Yunanistan’a mı gidiyoruz?


Yunanistan yakından izlenmelidir. Hani derler ya ‘’bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete’’ sanki bizde son sürat gidiyoruz Yunanistan’a(!) bunun en güzel göstergesi de, banka kredilerine getirilmesi düşünülen önlemlerde. Kredi ve bu bağlamda tüketim artışlarını engellemek ve azaltmak için yüzde yirmi beşin aşılmaması ve altı değerlerin dillendirilmesi de san ki bu hızlı gidişi yavaşlatmak ve engellenmek için ani yapılan bir fren olarak görülebilinir. Bunu da önemli bir bankanın genel müdürünün, bir ekonomi kanalında, geçtiğimiz hafta sonunda, bir söyleşideki açıklamalarından anlıyoruz. Maliye bakanlığınca böyle bir önlem ve dilek gündeme getirilmiş. Hatta istersek böyle bir yasal önlem alabiliriz bile denmiş! Aslında seçimden öncede, kredilerin artışını azaltmak ve tüketimi bu yolla engellemek için, banka munzam karşılıklarında artı yönde bir değişiklik yapılmıştı ama pekte bir yarar sağlamamıştı. Cari açığın büyümesi durdurulamamıştı. Zaten birçok ekonomistte bu yönde görüş bildirmişti.

Sorun kredi kullanımlarının yanında, tüketiminde yüksek seyretmesinden kaynaklanıyor. Aslında işin içinde Çapanoğlu olmasa tüketim yerli üretimle, kredilerde yerli ya da iç tasarruflarla karşılana bilse hiçte sorun olmayacak, tersi, tam bir ekonomik başarı ve canlılık olacak ama kazın ayağı hiçte öyle görünmüyor. Bu nedenle de önlemler alınmaya çalışılıyor. Krediler büyük bir ölçüde dış borçlanma ile yapılırken, tüketimde, ithal edilen ucuz ürünler bir yana, lüks ve sanayi malları ile de rekor kırıyor. Bunların başında da hiç şüphesiz yabancı araba ithalatı geliyor.

Bir yandan kredi musluklarını kısacak, diğer yandan tüketimi azaltacaksınız ve ekonomiyi soğutmaya, buna paralel olarak da ihracatımızı arttırmaya çalışacaksınız!

Ama nasıl?

İhracata dayalı üretim işletmelerimizi, uzun süredir uyguladığımız düşük kur politikaları ile o kadar ihmal ettik ve onları, dışarıdan ara malı üretip, içerde bir araya getirip, tekrar dışa satım yapar hale getirdik ki tekrar iç piyasaya yönelik hammaddelerle üretip, ihracat yapmalarını sağlamak, hiçte kolay görülmüyor.

Diğer yandan, tüketim ayağında ise ücretli kesimin, zaten kredi kart kullanımlarından, bir ya da en iyi ihtimalle iki aylık ücretini borçlanarak, yaşamını devam ettirdiğini gözlemliyoruz. Onların zaten tüketim savurganlığı en fazla yeme, içme ve giyim ile kira ya da eğitim giderlerinde öne çıkmaktadır. Bu giderler aslında, düzgün bir ekonomik ve sosyal devlet yapısı içersinde, asgari geçim indeksine dayalı bir gelirle, borçlanmadan yapılabilmesi gerekir. Demem o ki tüketim zaten toplumun büyük bir kesimince had safhada düşük seyrediyor. Hem de onca tüketime dayalı reklamlara ve özendirmelere rağmen.

Aslında hep söylene gelindiği gibi özelleştirmeler yapılırken çok büyük yanlışlar yapıldı. Para sıkışıklığı, istihdam yaratan işletmelerin satışları ile giderilerek, gün kurtarılmaya çalışıldı. Bu yanlışlık, mevcut istihdamında düşmesine ve işsizliğin daha da artmasına neden olduğu gibi bu paralarla yeni üretim ve istihdam sağlayacak işletmeler de ne yazık ki açılamadı.

Şimdi tam bir hizmet sektörüne dönüştük. Tıpkı Yunanistan gibi(!) üretime ve ihracata dönük sanayimiz ve bu sanayimizi destekleyen iç üretim ana madde ve yan sanayimizi de bir yerde, ucuz ve kalitesiz dış alımla, yok olma durumuna getirdik. En büyük istihdam ise hizmet sektörüne sıkışıp kaldı. İşte bu nedenle, Yunanistan özenle incelenmelidir. Aslında Yunanistan’ da suçlu şimdiki Yorgo Papandreu  hükümeti elbette değil. Bu sorunu, ondan önceki iki ya da üç dönem iktidarda kalan muhafazakar YDP başkanı Kostantin Miçotakis iktidarının. Sol PASOK başkanı Papandreu, başbakan olur olmaz bu nur topu gibi ekonomik krizi kucağında buldu ya da bilinçli bir şekilde birilerince bırakılıverdi!

Aslında AB yolu bize büyük ölçüde Yunanistan’ın engellemeleri ile çetrefilli hale getirilmişti. Şimdilerde ise yaşadıkları kriz sanki bize de bulaşacak gibi gözüküyor.

Zaten jeolojik olarak öyle ya da böyle bir gün gelecek, Ege denizi ortadan kalkacak ve Yunanistan ile yan yana gelmiş olacağız. Bilimsel verilere göre Afrika kıtası Arap yarımadasını oda majör Asya’yı ve dolaylı olarak da minör Asya’yı yani Anadolu’yu yılda 2,5 cm olarak Ege üzerinden, Mora yarım adasına yani Yunanistan’a doğru itmektedir. Bazen bu yaklaşımlar doksan dokuz depreminde olduğu gibi bir seferinde, 2-3 metreleri bile bulabilmektedir. Neticede er ya da geç, diğer yollarla olmasa da bir gün gelip, hem Yunanistan’la birleşeceğiz ve de AB ile bütünleşmiş olacağız. Şaka bir yana, Yunanistan sadece on milyon, İstanbul nüfusunun bile üçte ikisi kadar. AB öyle ya da böyle onu nasıl olsa bir şekilde ayağa kaldıracaktır ama ya biz bu ekonomik rotada yelkenleri şişirmeye devam edersek, süratle ülkeyi terk edecek yabancı sermaye ve yetmiş dört milyon insanla yaşanacak ekonomik ve beraberinde oluşacak artçı sosyal patlamalar ve sorunlarla nasıl baş edebiliriz?

Ne yazık ki korkunun ecele faydası yok! Bir an önce ve rüzgârlar sertleşmeden, güvenli bir şekilde bu rotadan ayrılmanın yolları özelliklede anayasadan bile önce ve de popülizme kaçmadan geniş bir toplumsal mutabakat ve adil bir bölüşümle bulunmalıdır.

Kazım ÇİLOĞLU

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir