Yola Bir Düşüldü mü…

Ne yazık ki geldiğimiz noktada yine makroekonomik istikrarı sağlamak öncelikli amaç haline dönüştü.

Papandreu referandum kararını geri almış görünüyor. Ama güven oylamasına gitmekten vazgeçmedi. Bu satırların yazıldığı saatlerde oylamanın sonucu belli değildi. Papandreu’nun geri adımına karşın iki gün önceki yazımda belirttiğim kanım değişmedi; akıllı bir hamle yaptı. Halkına dönüp “Karar sizin” dedi ve böylelikle üzerinden bir miktar yük attı. Referanduma gitmese de Yunanistan halkı neyle karşı karşıya olduğunu daha iyi anladı. Öte yandan muhalefete de önemli bir mesaj verdi; mevcut ekonomik paketin beraber omuzlanması gerektiğini ortaya koydu. Aksi takdirde, o paketi şimdiki muhalefet iktidar olup omuzlamak durumunda kalacak. Perşembe günü bu köşede çıkan yazımda sanıyorum tek yanılgım Venizelos’a ilişkin oldu. Artık mide rahatsızlığından kurtulma sürecine gireceğini düşünmüştüm; oysa elinin tersiyle bu fırsatı tepti ve referanduma karşı çıktı. Her neyse. Hangi konuda uzman olduğum tartışmalı olsa da tartışılmayacak bir şey var hakkımda: Ne Yunanistan uzmanıyım ne de siyasetçi. Anlamadığım bir konuda daha fazla ahkâm kesmenin bir anlamı yok. Gelin biraz makroekonomik istikrar hakkında dedikodu yapayım.
Ekonomi kitapları değişti 
Makroekonomi kitapları 1990’larda önemli bir değişiklik geçirmeye başladı. Uzun dönemli büyüme hızının (potansiyel büyüme hızının) nasıl belirlendiği, gelişmekte olan ülkelerin birkaç istisna dışında neden zengin ülkelerle aralarındaki gelir farklarını kapatamadıkları, bu farkların kapatılması için neler yapılması gerektiği gibi konular eskiden makroekonomi kitaplarında ya hiç yer bulmazlardı ya da şöyle bir ele alınıp geçilirdi. İktisatçılar tarafından önemsiz görüldüklerinden değil. Aksine, çoğu iktisatçı için, ülkeler arasında bir türlü kapanamayan gelir farklılıklarının nedenlerini bulmak kadar önemli başka bir ortak iktisadi konuya çok az rastlanır.
Uzun dönemli büyüme konusunun o zamanki kitaplarda az yer bulmasının temel nedeni, yüksek enflasyon, sık sık inip çıkan işsizlik ve dalgalı büyüme gibi olguların çoğu ülke için vaka-i adliye olmasındandı. Böyle olunca da bu kitaplarda ekonomik faaliyet düzeyinde gözlenen büyük dalgalanmaların ve enflasyonun temel nedenlerini anlamaya çok daha fazla ağırlık veriliyor ve bu nedenleri ortadan kaldırmak için bir şeyler yapmak gerekip gerekmediği tartışılıyordu. Gerektiği üzerinde anlaşılıyorsa, peşinden ne tür ekonomi politikaları uygulamalı sorusu yanıtlanmaya çalışılıyordu.

İstikrar yine öncelikli 
1990’ların sonlarına doğru çoğu ülke için enflasyon sorun olmaktan çıkmaya başladı. 1980’lerde hiperenflasyon yaşamış çoğu Latin Amerika ülkesinde bile yirmi birinci yüzyılın ilk yıllarından itibaren makroekonomik istikrar yolunda önemli adımlar atıldı. Elbette piyasa ekonomilerinin temel bir karakteristiği olarak yine ekonomik faaliyet hacminde dalgalanmalar yaşanıyordu, ama gözlenen dalgalanmalar çok daha ılımlıydı. Ve yine elbette bazı ekonomilerde önemli sorunlar vardı; mesela Japonya bir türlü büyüyemiyordu. Üstelik bir de deflasyonla boğuşuyordu. Ama çoğu ülkede enflasyon, büyüme ve işsizlik açısından da gözle görülebilecek bazı değişiklikler gerçekleşmişti.
Bu olgu, iktisatçıların bu sorunların kaynaklarını daha iyi anladıkları ve dolayısıyla politika yapıcılara daha iyi ekonomi politikası önerileri sundukları düşüncesine yol açtı. Sonuçta, çoğu ülkenin ekonomisini daha bir sağlam hale getirdiği kanısı yaygınlaştı. İşte bu ortamda, iktisatçılar için çok önemli olan ülkelerarası gelir farklılıklarının nedenleri gibi sorunlar makroekonomi kitaplarında hak ettikleri yeri almaya başladı. İyi de oldu; çok önemli bir sorunun yanıtının henüz pek de ortalıkta olmadığı, dolayısıyla ortada yanıtlanması gereken önemli sorunlar olduğu, çoğu iktisat öğrencisinin zihnine yerleşti.
Ne yazık ki geldiğimiz noktada yine makroekonomik istikrarı sağlamak öncelikli amaç haline dönüştü. Tekrar, istikrar nasıl sağlanır sorusunun peşine düştük gidiyoruz. “Yola bir düşüldü mü ömür boyu gidilir” demişti büyük şair Attilâ İlhan. Öyleyse salı günü enflasyonun tekrar peşine düşmek gerekir; –ne kadar arttıydı falan değil de- farklı bir cepheden bakmakta yarar var. Görüşmek üzere…

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir