Küçük ve büyük baş hayvan varlığımız son 25 yılda yarı yarıya azaldığı için son dönemde sık sık et fiyatları ve ithalatı konusunda tartışmalar içine giriyoruz. Oysa bugün asıl yapmamız gereken tartışma yeterli hayvan varlığını artırmak için gereken yeni model olmalıdır. Bu da konunun meradan, yeme, hayvan ırkları seçiminin ne olmasından, hayvancılığa doğru ve yerinde teşvike birçok konuyu içermelidir.
Türkiye’de zaman zaman et ve süt fiyatları gündemin ilk sıralarına çıkıp tartışma gündemine oturur. Özellikle et fiyatlarında artışlar olup, ithalat gündeme geldiÄŸinde ve kurban bayramları öncesinde bu tartışmalar periyodik olarak yapılır. Sonra bu konu yine gündem dışına çıkar. Ama gerekli hayvan varlığına sahip olmadığımız için bir süre sonra yeniden gündeme gelir. Bu günlerde de kurban bayramı öncesi olması nedeniyle yine kurbanlıkların yeterli, yetersizliÄŸi nedeniyle konu yeniden tartışma gündeminde. Çünkü biliyoruz ki, Kurban Bayramlarında ülkemizde 500 bin büyükbaÅŸ, 1,5 milyon küçükbaÅŸ olmak üzere 2 milyon hayvan kesilir. Bu bir süre fiyatları etkileyici bir sonuç getirir. Arkadaşımız Ali Ekber Yıldırım’ın bayram öncesinde bu konudaki durumu beÅŸ sözcükle özetliyor: “Et üreticide ucuz tüketicide pahalı.”
Ben konuyu bir baÅŸka yönüyle ele alarak “Hayvan varlığımızı yeterli olması için yeni model gerektiÄŸi” gerçeÄŸinden söz edip, son yıllarda bu alanda yaptığımız bazı hataları ortaya koyarak, bu yeni modelin nedenleri üzerinde duracağım:
-1980’lerden sonra DoÄŸu ve GüneydoÄŸu Anadolu’daki büyük gezer sürüler düzeni son buldu. O dönemde 70 milyonun üzerindeki büyük ve küçükbaÅŸ hayvan varlığı son 25 yılda 37 milyonlara kadar gerileyerek yarı yarıya azaldı. Uzun süre ülkenin baÅŸka coÄŸrafyalarında hayvancılığı geliÅŸtiren yeni çalışmalar yapılmadı. 1990’lar sonrası özel sektör firmaları tarafından yapılmaya baÅŸlanan modern hayvan çiftlikleri de yeterince teÅŸvik edilip desteklenmedi. Avrupa’da Deli Dana hastalığı nedeniyle bu çiftliklerin hayvan varlıklarını geliÅŸtirmeleri de istenilen hızla, istenilen büyüklüğe ulaÅŸamadı.
-Sektörde regülasyon görevi için kurulmuÅŸ olan Et Balık Kurumu’nun 18 bölge iÅŸletmesinden 13’ü 1992 yılından baÅŸlayarak özelleÅŸtirildi. Bu özelleÅŸtirmeler sonunda bu bölge iÅŸletmelerini alanlar, hayvancılıkta yeni yatırımlar deÄŸil, bu kurumun artık kent içinde kalan tesis ve arazilerini hayvancılık dışında kullanma yoluna gittiler.
-Ayrıca, son dönemde et fiyatlarının yükselmesi karşısında EBK’ya temel görevine aykırı olarak ithalat yapma hakkı verilerek, besicilerin ticari rakibi haline getirilmesi de palyatif bir önlemle görevlendirilmesi sonucunu getirdi. Ama yerli besicilerin olumsuz etkilenmesine ve tepkilerine yol açtı.
-Türkiye hayvancılıkta birim maliyetini aşağıyla çekmek için büyük önem taşıyan meraların kullanımında doğru sonuç verecek açılımları yapamadı. Hem de mera ıslahına imkân tanıyan gelişmeleri ortaya koyacak düzenlemelere gidemedi. Bu hayvan yeminde dışa bağımlılığı artırdı. Ucuz maliyetten ve rekabetten uzaklaşmaya yol açtı.
-Türkiye Deli Dana gibi yurt dışı havyacılığındaki hastalıklara çok hassas davranmasına karşın, ülke içersinde hastalıkları saklayan ve inkâr eden bir yapıda “gizlilik içinde hastalık mücadelesi” yolunu seçti.
Ä°ÅŸte bu nedenlerden son 25 yılda 75 milyondan 37 milyonlara gerileyen bir hayvan varlığına sahibiz. Oysa son 25 yıldaki nüfus artışını da göz önüne alırsak 100 milyonluk küçük ve büyük baÅŸ hayvan varlığımız olması gerekir. Bu da ancak, yeni bir hayvancılık politikasının, bütün yönleriyle destekler içeren bir modele geçilmesiyle mümkün olabilir. Ancak o zaman biz,”Tüketimimiz için yeterli ve ucuz et üretimini sürekli olarak temin edebilerek” kendimize yeterli bir sonuca ulaÅŸabiliriz.
Osman AROLAT