‘Globalleşen dünya’ tanımlaması altında mal ve hizmetlerin serbest dolaşımına paralel, özellikle bizim gibi gelişmekte olan ülkelere lanse edilen bir kavram var. Artık malın vatanı kalmadı. Oysa dünyadaki gelişmelere ve rekabete baktığınızda oyunun hiç de böyle oynanmadığını görüyorsunuz.
Bugün Çin ile ABD, ABD ile AB arasında yaşanan kur mücadelesinin temelinde esas olarak ‘kim malını satacak’ kavgası vardır. Bizlere menşei uygulamasına bakmayın diyenler, kendi üreticilerinin mamullerini pazarlara sokabilmek adına her türlü korumayı, işlemi, hatta savaşı bile ortaya koymaktan çekinmiyorlar.
Lakin biz büyük bir saflık içerisinde önümüze konulan bu ‘vatansız ürün’ kavramına kendimizi kaptırmış gözüküyoruz. Bakın şu anda son derece hayati bir haftanın içerisindeyiz. 12-18 Aralık tarihlerini kapsayan Yerli Malı Haftası, sadece kutlamaların yapıldığı ve beylik söylemlerle siyasetçilere malzemenin çıktığı bir özellik taşımamalıdır.
Hele ki cari açık rakamınız 2011 yılının 10 ayında 65 milyar dolara ulaşmışsa… Bunun Türkçe tercümesi sattığınız aldığınızı karşılamıyor ve zarar içinde batışa doğru sürükleniyorsunuz demektir. Özellikle geçen yılın aynı dönemine göre ortaya çıkan yüzde 94’lük artış, önümüzdeki süreçte sıkıntımızın daha da artacağının işaretlerini veriyor.
Bunu görmezden gelip de büyüme rakamlarıyla övünmek ve kendini bu hayallerin içine kaptırmak büyük bir felaketi de kapımıza bırakıyor. Başbakan Yardımcı Ali Babacan büyümeyle övünüyor ama, büyümenin ana kaynağı olan cari açık sonucu veren ithalat ve 10 ayda 13,1 milyar doları kaynağı belirsiz olarak giren sıcak para hiç de sağlıklı bir fotoğraf vermiyor.
Bize düşen özellikle içinde bulunduğumuz haftanın anlamını iyi kavrayarak, yerli malı kullanımını teşvik etmektir. Eskiden kalite ve hizmet problemi vardı. Fakat bugün geldiğimiz süreçte reel sektörümüz her iki sıkıntıyı da aşmış durumda.
Günümüzde dünyada nitelik ve hizmet olarak sunulup da, bizde olmayan hiçbir mal ve hizmet yok. O zaman yerli mala sahip çıkarak, dünyadaki rakiplerimizin pazarı ele geçirip, borçlandırarak uyguladıkları politikaları terse çevirmenin zamanıdır. Buna da ‘vatansız ürün’ kavramını yıkarak, önce ‘Türk malı’ diyerek başlamalıyız.
Lafın özü şu: Tarımdan sanayiye her alanda yerli üreticiye sahip çıkın. Bir gün Muzaffer Zeren isimli değerli bir işadamının ithalattan kavrulan Türkiye’yi konuşurken yayında kullandığı şu ifadeyi hiç unutmuyorum: Kim hangi ülkede çalışmak istiyorsa, o ülkenin malını alsın.
Şimdi söyleyin… Hem işsizlikten yakınıp, hem de yurtdışındaki adama istihdam yaratmak akıl kârı mıdır? Havanda su döven meseleleri bir kenara bırakıp, bu gerçeğimizle yüzleşmenin zamanı gelmedi mi?
Hocam ne güzel yazmışsın. AÄŸzına saÄŸlık. Bu yazılanların tam tersininin doÄŸru olduÄŸunu küreselleÅŸen dünyada yerli malının saçmalık olduÄŸunu söyleyenlere verilecek en güzel cevap “Kim hangi ülkede çalışmak istiyorsa, o ülkenin malını alsın” olacaktır benim için.