Eğer uçsuz bucaksızmış gibi duran ufka dalıp gitmez ya da birbiri ardına öndekinin gölgesiymiş gibi sıralanmış dağların gizemli görünümüne kapılmazsanız onu görmemeniz olanaksız.
Islak kumların ortasındaki deliğinden çıkıyor, şöyle bir havaya dikiliyor, makaslarını sanki havayı kesecekmiş gibi iki yana açarak yukarı kaldırıyor, sonra hızla önce sola, sonra sağa yan yan yürüyor. Yürümek ne kelime, sanki uçuyor. Dikkatlice bakmazsanız güçlü esen rüzgârın önüne katılmış uçuyor sanabilirsiniz. Öyle yuvasından efelenerek çıkışına bakmayın siz, aslında en ufak bir şeyden tedirgin olunca uçarcasına dönüp hemen yuvasına sığınıyor.
Sözünü ettiğim küçücük bir kum yengeci. Dalgaların etkisini yitirdiği, ama ıslatmaya devam ettiği yerde sanki boruyla açılmış gibi bir yuvası var. Yaklaşıp baktım. Ben yaklaşınca o hemen yuvasına saklandı. Yuvanın dibi görünmüyor. Oldukça derin olsa gerek. Herhangi biri yuvasının yakınına geldiğinde ya da dalgalar oraya kadar ulaştığında yuvasına girip, derinlere saklanıyor. Önce anlayamadım niçin dalgalardan kaçıp yuvasına saklandığını. Çünkü suda yaşıyor yengeç. Ayrıca dalgalar geldiğinde yuvasına saklansa da dalgalar gelip yuvasının içine kadar giriyor. Hatta yuvasının üstü kapanıyor bir süre. Yani sudan tam olarak kaçamıyor. Dalgalar çekildikten bir süre sonra üstü kumlarla kapalı, ama hala yuva olduğu belli olan yerde bir kıpırdanma başlıyor. Sonra kum taneleri iki yana devriliyor ve yengeç yine çıkıyor dışarı. Yine aynı efelenme. Makaslarını önce iki yana açıyor, sonra sanki havayı kesecekmiş gibi yukarı sallıyor. Biraz önce dalgalardan kaçan o değilmiş de başkasıymış gibi sanki. Öylesine cesur, öylesine mağrur. Aslında dalgalardan kaçmasının nedeni sürüklenme korkusu. Dalgalar öylesine güçlü ki koca koca insanları çekip sürüklüyor. Böyle ufacık bir yengeci sürüklememesi mümkün değil. Oysa o karada olmak istiyor. Karada olacak ama hafif ıslak bir zeminde. Çünkü ıslak olmayan kum ateş gibi yanıyor.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ.