Devrim arabaları filmini çoğunuz seyretmişsinizdir. Orada üretimi incelemeye gelen ABD elçisi ve Amerikan Otomotiv Endüstrisi yetkilisi arasındaki konuşma tarihidir. Sanayici der ki: Sanırım yapacaklar. Elçi tarihi sözü söyler: Yapacaklarına inanmaları yapmalarından daha tehlikeli.
Elbette ortaya bir şey çıkarmak, ‘hadi koçum’ demekle olmuyor. Belli bir birikim, araştırma, emek ve sunulan olanak, ama en önemlisi de özgürlük kriterlerine bağlıdır. Özgür bilim adamlarınız varsa, önce ekonomik, sonrada siyaseten bağımsız bir ülke yaratabilirsiniz.
Bu nedenle Türkiye’de yaşanan gelişmeler, tüm olumsuzluklara rağmen, umutlu olmak için sebep olduğunu gösteriyor. Her zaman altını çizdiğim bir gerçek var: Bu ülke taşıdığı potansiyelle dünyanın en büyük güçlerinden biri olmaya aday.
Ama bağımsızlık duygusuna sahip, milli çıkarları önde tutan, bilgiyi bilimle, yaratıcılığı sanatla ve her ikisini kucaklayan eğitimle bağdaştıran politikalar uygularsa… Ve sadece bu nedenle her zaman altını çizerim ki, bu ülkenin hiçbir sorunu çözümsüz değildir. Namusluca yönetilirse…
Bunun en açık kanıtları tek tek gelmeye başladı. Dünkü yazımda altını çizdiği matematik ve bilgisayar alanında madalya alan lise öğrencileri, NASA’daki yarışmada uydu indirme konusunda şampiyonluk kazanan İTÜ’lü Hezarfan Grubu ve daha birçok örnek.
Hezarfen Grubu ABD’de gidip birinci olduklarında rakipleri özel laboratuarlarda çalışırken, kendilerinin damdan deneme inişi yaptıklarını ve bu nedenle de okul yönetiminden tepki gördüklerini hatırlıyorum. Buna rağmen gelen birincilik…
Geçtiğimiz günlerde düzenlenen zekâ yarışmasında birinci olan üniversiteli öğrencilerimiz, her şeye rağmen ve kendi çabalarıyla bu ülkede mücadele veriyor. Rakip ülkeler öğrencilerini elinden tutup çekerken, bizim çocuklarımız frene basan bir lokomotifi çekmeyi başarıyorlar.
Son olarak da Türk mühendisleri ilk soğutmasız minyatür kızılötesi kamera geliştirdi. Otomotivden cep telefonuna kadar geniş bir yelpazede Pazar imkânı bulabilecek bu buluşun ileride AB mevzuatında da zorunlu hale gelebileceği belirtiliyor. En önemli yanı ise sadece teknolojik gelişme olması değil. Aynı zamanda endüstriyel bir özelliği de bulunması…
Geliştirilen sistemle benzerlerinden 10 kat daha ucuza sunulma olanağı, şimdiden büyük bir pazar bulacağının da emaresi kabul edilebilir. İşte Türkiye’nin konuşması gereken mesele bunlar. Sadece bu da yetmez.
Türkiye Teknoloji Merkezi’nin kurulması ve bünyesinde Bio teknoloji, ileri teknoloji (High-tech), nano teknoloji, uzay teknolojisi gibi alanlarda enstitülerin oluşturulması gerekir. Bu enstitüler sonuç odaklı çalışmalar yapacak ve bu bölümlerden mezun olanlar da burada istihdam edilmelidir.
Ardından Teknoloji (Buluş) Borsası kurulmalıdır. Bu borsaya gelen projeler, yatkın işletmelerle buluşturulacak ve finansmanı da Türkiye Teknoloji Bankası tarafından kredilendirme yoluyla sağlanmalıdır.
Türkiye’nin en büyük sorunu finans ve teknoloji bağımlılığıdır. Şu iki noktayı aşabilirsek, çok farklı bir ülke fotoğrafına ulaşmamız işten bile değil. Bu eğilim artarsa, tarımdan sanayiye kendi teknolojisini temin eden, katma değer yatarak zenginleşen bir Türkiye önce bağımsız bir ekonomi, sonra da bağımsız bir ülke hüviyetine kavuşabilir.
Aksi takdirde bu kumar ekonomisinin sonu yoktur. Bu sebeple bilim desteklenmeli, hür bırakılmalı ve dün de, bugün de değişen iktidarların, değişmeyen siyasi eli üniversitelerden çekilmelidir. Bakın son buluş yarına ilişkin bize diğerlerinin üzerine çok büyük bir umut dağıtıyor.
Siyasetin üniversiteden elini çekmesi ifademi tam açıklamadıysam, aktardığım detaya bir bilgi daha ekleyeyim. Buluşu yapanlar Y.O.T. grubu… Yani, ‘Yazıklar Olsun Tayfası’. Yani, ODTÜ’lü akademisyenler… Ne demişler: Aynası iştir kişinin, lafa bakılmaz.
neyi yapmılşar ellerinde her tür imkan var ne buluşu yapmışlar