Yalnız Adam

20. yüzyılın ‘hasta adamı’, yıkılan bir imparatorluğun ve verilen İstiklâl Harbi’nin ardından yepyeni bir cumhuriyete imza attı. Bağımsızlığı temel alan, ekonomik ve sosyal kalkınmayı hedefleyen yapısıyla asrın son diliminde göz kamaştırdı.

Atatürk bu süreçte bağımsızlığı ortaya koyarken, bölgesel işbirliklerine de önem verdi. O süreçte İtalya’nın öncülüğünde karışan Avrupa’ya karşı Balkan Paktı’nı ve Ortadoğu’da barışın riske girmesi tehlikesine yönelik de Sadabat Paktı oluşumu ders niteliğindedir.

Türkiye’nin ‘yurtta barış, dünyada barış’ ilkesiyle bundan sonraki süreçte istikameti hep işbirliklerine yönelik oldu. İlişki bakımından çarpık da ilerlese Avrupa Birliği de aslında bunun bir uzantısı olarak algılandığı için yıllarca devlet politikası olarak uygulandı.

Süreç içinde ekseninden hızla kayan ve tek taraflı bir ilişkiye dönen Avrupa konusunda bir adım geriye çekilip baktığınızda da, sürecin kırılma anında denge unsurunun göz ardı edilmediğini görürüz. Nitekim Avrupa Birliği konusunda atak yapan Turgut Özal’ın Türkiye öncülüğünde gerçekleşen Karadeniz Ekonomik İşbirliği’ni aynı dönemde başlatmış olması da bunun bir örneğidir.

Elbette işbirlikleri yapılırken NATO üyeliği gibi kritik hataları da göz ardı etmemek lazım. Soğuk savaş masalı içinde Türkiye en büyük hatayı bu aşamada yapmıştır.

Milli savunma sanayinin çökmesinden, yıllarca uç beyi gibi görev yaptırılıp, korkutularak soyulmasının temelinde bu üyeliğin çok ciddi rolü olduğu görülür. Çünkü Türkiye burada denge politikasını bir kenara bırakmış ve taraf olma iradesi ortaya koymuştur.

20. yüzyılın sonunda ise Avrasya’daki gelişmeler Türkiye’nin önüne çok büyük bir fırsatı da altın tepsi içinde koydu. Bir süre Rusya ile çekiştikten sonra, bölgede “Rusya’nın Türkiye’siz, Türkiye’nin de Rusya’sız” sonuç alınamayacağı görülünce bir işbirliği süreci başlatıldı. Türk-Rus İş Konseyi Onursal Başkanı Turgut Gür’ün çok emeği olan bu süreçte bir Avrasya Birliği’nin de altyapısı hazırlandı.

Türkiye’nin ‘komşularla sıfır sorun’ politikasına da baktığınızda esasen bunun etkisi olduğunu görüyoruz. Fakat iyi niyetle çıkılan bu yolda o kadar acemice, diplomasiyi alt üst eden hatalar yapıldı ki, bugün sorunumuz olmayan komşumuz yok.

Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz zaten iyi niyet çizgisinden çıktı. Fransa ile yaşadıklarımız en son örnek. Kuzey Afrika’da işbirliği yapabileceğimiz ülke kalmadı. Ortadoğu ateşten çember… Savaş rüzgârları bizim de anlamsız bir tarafgirliğimizle sert esmeye başladı.

Balkanlar kontrolümüzden tamamen çıkarken, yıllarca emek verdiğimiz Avrasya Birliği’nin de dışında kaldık. Belarus, Kazakistan ve Rusya, gümrük birliğini de kapsayacak şekilde Avrasya Birliği’ni hayata geçiriyor.

Uzakdoğu’da oyunun tamamıyla dışında kalıyoruz. Bu süreçte hatası çok olanlar da, az olanlar da var. Fakat temelinde politikayı barış eksenli ülke çıkarları ve bağımsızlık hattından kaydıran herkesin bunda payı olduğunu düşünüyorum. Türkiye’yi başkalarının projelerinin ardına takanlar ise en çok günahı olanlar…

Mevcut Dışişleri yönetimi ise, yıllarca hatasıyla sevabıyla giden tüm süreçleri alt üst eden bir politika izledi. Gelinen noktanın mimarının gölge ya da resmi Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olduğunu çok net ortaya koymak gerekiyor.

Türkiye kendinden başka herkesin çıkarının savunucu haline geldiği için artık “Ne İsa’ya, ne Musa’ya yaranıyor.” Üstelik bu özelliği tarafsızlığıyla değil, her taraftan olma acemiliğiyle kazanıyor.

Şimdi bir adım geri çekilin ve şimdi etrafınıza bakın. Ortaya çıkan Türkiye fotoğrafı, neredeyse asırlık emeğin ardından çok dramatik: 20. yüzyılın ‘hasta adamı’, hızla 21. yüzyılın ‘yalnız adamı’ olma yolunda ilerliyor. Ramak kaldı…

[email protected]

 

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir