DÜNYANIN bütün “aç(ık)gözlülerin” gözü, Türkiye’nin bankacılık kesiminde.
Düşünün; ancak devlet desteği ile ayakta duran zarardaki büyük İtalyan, Belçika ve Yunan bankalarının kâr eden birimleri Türkiye’de. Tuhaf bir çelişki: anası batıyor, yavrusu çıkıyor. 6 milyar dolar paramız var diye böbürlenen Lübnanlı bankacı, Türkiye’de bankacılık lisansı aldım diye göbek atıyor. Çünkü yılbaşına kadar hızlı bir değer kaybı yaşayan TL’nin Londra’dan gelen milyarlarca dolarlık “sıcak parayla” tekrar değer kazanıyor. Bu saydıklarım Türk ekonomisinin bir yüzünü gösteriyor. Diğer yüzünde Türkiye’nin, milli gelirinin yüzde 10’u kadar cari açık verip bu kıstasta açık ara dünya şampiyonu olması var. Bu kadar büyük bir cari açık, tipik bir “mali istikrarsızlık” sebebidir. Ancak dışarıdan para geldikçe istikrar devam ediyor. Galiba yurt dışından bakınca Türkiye’de “Hasan’ın böreği” gibi bir yağmalanacak bir “faiz pastası” var. Ne var ki; yenen pastanın mide fesadı yaratması da uzak bir ihtimal değil. Nitekim dünkü bültenlerde bir haber yer alıyor. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standard & Poors, Türk ekonomisini, Euro Bölgesi kaynaklı şoklara karşı en kırılgan ülke ilan etmiş.
ÖZEL BANKA YOKTUR
Her ne kadar bankalar, sermaye yapılarına göre, kamu ve özel diye tasnif edilseler de aslında tüm bankalar “kamusaldır”. Çünkü bankalar “zımni devlet garantisi altında” mevduat toplama imtiyazına sahiptir. Mevduat (vedia’dan gelir) “tedbirli tacir gibi davranması” beklenmeyen sıradan kişilerin, karşınındaki kurumun devletin denetiminde ve devletin koyduğu ilke ve kurallara göre iş yaptığına güvenerek, parasını ona emanet etmesi demektir. Halktan mevduat toplayan hiçbir banka parayı nasıl değerlendireceğime kimse karışamaz diyemez. Demek istiyorsa, bankacılığı bırakıp bankerlik yapmalıdır.
BANKALARIN KÂRINI MAKRO EKONOMİ BELİRLER
Bankaların kârını, bankaları yöneten yüksek vasıflı profesyoneller değil, devletlerin izlediği makro ekonomi politikası belirler. Makro ekonomik politika, kendini Merkez Bankası’nın uyguladığı para ve Maliye Bakanlığının uyguladığı bütçe politikasında belli eder. Bu cümleler, banka yöneticilerinin “kâr da, zarar da devletten” deyip sırt üstü yattıkları anlamına gelmez. Banka yöneticilerin marifeti öncelikle operasyonel verimliliği arttırmaktır. Yukarıda söylendiği gibi bankaların kârını, devletin hatta yabancı devletlerin izlediği para-fiskal politikalardır. Dirayetli bankacılar bilançolarını, bunları izleyerek ve ona göre pozisyon alarak yönetilir. Merkez Bankası isterse Hazine’nin yüzde 10 faizle çıkardığı tahvili teminat kabul edip, yüzde 7.5’la bankalara para verip, kasalarına yüzde 2.5 gelir aktarır. Merkez Bankası para miktarını öyle bir sıkar, faizleri öyle bir attırır ki, bankalardan kredi almış reel sektör firmaları çoğu şapa oturur.
BANKALARIN YILLIK KÂRI ÖLÇÜLEMEZ
İstenildiği kadar muhasebe standardı yazılsın, istenildiği kadar karşılık ayrılsın, bankaların yıllık kârını doğru ölçmek mümkün değildir. Bu sebeple tüm dünyada banka yöneticilerinin primleri ve bankaların dağıtacakları temettü miktarları kamu denetimine tabi olmalıdır görüşü ağırlık kazanmaktadır. Yoksa banka kurtarmalarını halka anlatmak mümkün olmaz.
Son Söz: Kurtarıcı el, ısırılmaz.