Vatan Şaştı

Bu ülkenin iki yüzü var. Bir tanesi herkesin gündelik hayatında yaşadığı, bin bir zorlukla insanların iliklerine kadar hissettiği, diğeri de medya üzerinden sunulan sanal dünya. Mesela inşaat sektörünün reklâmlarını düşünün.

İnsanlara öyle bir hayat anlatılıyor ki, yüzme havuzları, mükemmel çevre düzenlemesi, lüks bir yaşam, çocukların oynayabileceği park alanları, konforlu evler ve şu tema: Siz de ulaşabilirsiniz. Gerçekten bittiğinde bu konular bu özelliklere sahip oluyor mu? Çoğu oluyor.

Peki televizyonda, gazetede bunu gören insanlar ne diyor? ‘Çok güzel istesem ben de ulaşabilirim.’ Gerçek öyle mi? Zaten ağzı sulanarak bu yaşamın hayalini kuranlara baktığınızda o evlerin bırakın sahibi olmayı, aidatını bile ödeyemezler.

Fakat ödeme kolaylığı sunuluyor ya, bu da kolay. İşte buna kanarak geleceğini ipotek altına almak pahasına borçlanan ve krediyle bu işe girişenler oluyor. Sonuç; ödemeler aksadığı için ev elden gidiyor, borç cabası kalıyor, ödenmemiş aidatlar birikiyor. Netice itibariyle icralar, hacizler…

Elbette hesabını kitabını bilerek ev sahibi olan insanlarımız da var. Ama ben genel fotoğrafı ve Türkiye’nin alım gücü ölçüsünde, reklâmlarla anlatılan hayat ile gerçekler arasındaki çelişkiyi anlatmaya çalışıyorum

Yine İstanbul’un trafik sorununu çözecek diye karşılığı bulunmadan milyarlarca lire harcanan, yanlış alımlarından finansmanına kadar birçok problemi yük olarak getiren metrobüs de bunun güzel bir örneği. Son yapılan reklâmda konfor içindeki hayatı görmüşsünüzdür.

Öncelikle şunun altını çizelim. Bir önceki yerel seçimler sırasında apar topar yetiştirilen bu ve benzeri ulaştırma projelerinin, tamamlanacak sonuç ayaklarıyla hesap ettiğinizde maliyeti belediyenin karşılayacağı ölçüde değil.

Nitekim İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin de karşılığı bulunmayan 2023 yılına kadarki 25 milyar dolarlık finansman sorununu Ulaştırma Bakanlığı’na devretmek istediğini biliyoruz. Bu gerçek kendi medyalarına bile yansıdı. İsteyen arşivlerden bulabilir.

Peki bu kadar hesapsız harcamanın karşılığı ne? Reklâmlara bakarsanız konfor içerisinde seyahat, temizlik, mutluluk… Yani Metin Akpınar’ın bir oyunundaki deyimiyle ‘dert üstü murat üstü, değme gitsin.’

İstanbul’da yaşayanlar bilir. Mesai saatlerini zaten anlatmaya bile gerek yok. Fakat denemesi bedava, gündüz saatlerinde metrobüse binmeye çalışsanıza. Hakkını teslim edeyim çok ciddi bir hızla varacağınız yere gidiyorsunuz. Fakat manda taşıyan katar gibi… Adeta tost oluyorsunuz, hiç de öyle reklâmdaki gibi değil.

Ayrıca metrobüsün dışında, yani otoyolda iseniz durumunuz daha vahim. Trafik sorununu çözecek proje daha büyük sorun yarattı. Bu işin ucuz savunması, toplu taşıma mantığı. Elbette toplu taşıma olmalı ama diğerini yok sayamazsınız Üstelik yoldakilerin hepsi de boğaza gezmeye gitmiyor. Tahsilâtından mal sevkıyatına kadar birçok araç bu amaçla yollarda.

Doğruya doğru, Kadıköy – Kartal arasındaki metro projesi son derece doğru. Ama metrobüs gerek finansman yapısıyla gerekse de sonuçsuzluğuyla yanlış bir proje. İnsanlar tost biçiminde hareket ediyor. Çaresizce kullanıyor.

Peki daha kritik bir soru: Zorunluluktan da olsa, ki bunda iptal edilen hatların da etkisi var, bu kadar çok talebi olan bir hizmetin reklâmını niye yaparsınız? Bu da ayrıca bir maliyet değil mi?

Peki ya vatandaşa ne demeli? Reklâmlardaki hayata imreniyor. Anlıyorum. Tüketim körüklemesiyle soyuluyor, onu da anlıyorum. Ama kendi gerçeği dururken ekrandaki gerçeğe nasıl inanıyor, onu anlamıyorum.

Daha bombası hadi TV başında uyutuluyor. Tost vaziyette yolculuk yaparken, oradaki ekranda yine bu reklâm dönüyor. Vatandaşım ne yapıyor? Yolculuk sırasında sadece seyredebiliyor. Elbette kalabalıktan hâlâ boğulmamışsa…

[email protected]

Yorumunuzla Bu Yazıya Katkıda Bulunun

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir