Kısır siyasi tartışmalardan kurtulup, ülkece daha ciddi konuları ele almamız gerekiyor. Her ne kadar bazıları ayakta da uyusa, önümüzdeki süreç ekonomik olarak büyük açmazlar yaşayacağımız bir konjonktürü beraberinde getiriyor.
Sadece alt üst olacak finans piyasalarından veya fırlayacak kurdan bahsetmiyorum. Bunun ötesinde daha tehlikeli olan batma potansiyeli yüksek Türk şirketlerine paralel, işsizlik ve bağlantılı olarak sosyal sıkıntılara dikkat çekmek istiyorum.
Bu yıl içerisinde yaşamamız yüksekle muhtemel kriz için bugünden önlem almalıyız. Üreticinin borçlu yapısı ve kısa vadeli borç ödeme zorunluluğu, nakit sıkıntısını da dikkate aldığınızda büyük sorun çıkaracak.
İç piyasada yeterli pazar payını bulamayacak olan reel ekonomi ayağında, dış ticarette daralacak olan pazarlarda farklılık yaratmanın peşine düşmeliyiz. Her ne kadar bizde bazıları rüya görse de IMF Başkanı Lagarde’ın son açıklamaları, ihracat pazarlarında büyük bir resesyonu da beraberinde getireceğini kanıtlar nitelikte…
Peki ne yapacağız? Sahte rakamlarla, olmayacak hülyalara dalmak ne kadar yanlış ise, başımızı iki elimizin arasına alıp kara kara düşünmek de o derece hatalı bir tavır. Bu nedenle üretim yeteneği olan Türkiye’nin önünü açacak fikirler geliştirmeliyiz.
Mesela yurtdışında Türk mağazaları kuralım. Birilerinin gelip, bize sipariş vermesini beklemek yerine, ortak hareketin getirdiği maliyet avantajlarıyla pazarlara agresif bir giriş yapalım.
Bunun iki güzel örneği var. Dünyada herkes paradan para kazanma sevdasına düşerken Çin, mağazalarıyla tüm dünyaya yayılan ve raftan ihracat modelini başaran bir duruş sergiledi. Kalite tartışmasına girmek istemiyorum, ama ‘1 milyon, 1 avro, 1 dolar’ mağazalarıyla dünyadan nasıl sıfır faizli kredi çektiği, finansman sağladığı ortada…
İşin tam tersi boyutunu düşünürsek, daralan batılı üreticilerin yol geçen hanı Türkiye’ye AVM’ler ve raflarla nasıl girdiğini, çoğunluğu kendi üretimlerini raftan Türkiye’ye nasıl ithal ettiğini gördük. O zaman her iki örnekten de dersler çıkaralım.
Kaliteli üretim konusunda hiçbir sıkıntısı gözükmeyen, ama pazarlama ve mağazacılık faaliyetleri adına yeterli finansmanı olmayan küçük ve orta boy Türk işletmelerini DEİK bünyesinde organize ederek, Eximbank’ı kullanarak, belirlenen pazarlarda aynı çatı altında buluşturmaya yönelelim.
İki tip mağazacılık yapılabilir. Bunlardan biri Boyner tipi birçok ürünü bünyesinde barındıran, diğeri de ihtisas mağazaları… Mesela deri konusunda bir mağaza açıyorsak, tek bir firma yerine, birçok firmanın ortak ürünlerinin raflarda yer aldığı, maliyeti bölüştüğü yapılar kuralım.
Elbette benimkisi bir öneri… Doğru, yanlış, eksik, fazla bulan olacaktır. Ama bu tip önerilerle vakit geçirmeden harekete geçmezsek, borcunu ödeyememiş ve bünyesindeki personeli de sokakta bırakmaya mecbur kalmış firmalarımız olacak. Bunun Türkiye ekonomisine olumsuz etkisi de cabası…
Bırakın artık boş lafları ve hamaseti… Cumhurbaşkanı kim olacakmış? Hani demişti ya Aziz Yıldırım şike meselesi sorulduğunda ‘ne şikesi kardeşim, memleket elden gidiyor’ diye, durum tam da bu…
Memleket elden gidiyor; ne koltuğu arkadaşım? Sağlamasını mı istiyorsunuz? Ukrayna neden bu hallere düştü? Temelinde tamamen ekonomik sorunlar var. Öyleyse tekrar sorayım. Şu an Ukrayna’nın başında kimin olduğunun önemi var mı?
Ne olur artık krizi, kriz çıktıktan sonra yönetmek gerektiği gibi çağ dışı bir anlayıştan vazgeçin. Kriz yönetimini bugün yapamazsak, yarın çok geç olacak ve sadece yine sorunları tartışıyor olacağız. Her zamanki gibi…