Hafta başında açıklanan cari açık rakamı, kısa ve orta vadeye ilişkin belirsizliğin arttığına işaret ediyor. Nisan ayı rakamı 7.6 milyar dolar düzeyiniaşar iken yılın ilk dört ayında 30 milyar dolar seviyesine yaklaşılmış; büyüyen net tasarruf açığının finansman kalitesi de güven vermiyor. Küresel düzeyde durgunluk endişelerinin geri döndüğü, riskten kaçınma eğiliminin güçlenmeye başladığı bir ortamdaki bu görünüm kırılganlığı artırıyor. Genel seçimlerden çıkan güven duygusu ile cari açığın yarattığı güvensizlik çelişkili bir görüntü oluşturuyor. Yaklaşık dokuz aydır yükselerek devam eden parasal sıkılaşmaya rağmen ortaya çıkan bu sonuç, herkesin evde yaptığı tüm hesapları yeniden gözden geçirmesini gerektiriyor. Zira bu durum enflasyondan başlayarak tüm ekonomik değişkenlere ilişkin beklentileri olumsuzlaştırıyor, hiçbir şeyin değişmeyeceği varsayımına göre risk alan ve almaya devam edenleri çok daha fazla üzecek potansiyeli bünyesinde taşıyor.
Giderek büyüyen car iaçığın yanı sıra enflasyonun da yükselmeye başlaması ciddi bir yol ayrımına geldiğimize işaret ediyor; ya cari açığı kontrol altına almaya çalışacağız ve her şeyin yıkılıp yeniden yapılmasının çok sancılı sürecine katlanacağız ya da bugüne kadar olduğu gibi diğer kazanımları korumak ve ağırlaşan sorunlara rağmen günü kurtarmak adına cari açığın finanse edilebildği sürece büyümesine izin verecek en sonda yaşanacağık büyük yıkıma razı olacağız!
Mali sektör ve iç pazara yönelik faaliyette bulunan sektörler açık bir şekilde tercihlerini ikinci senaryo lehine kullanıyorlar. Böyle devam edemeyeceğini gören ve kabul eden bürokrasi ve siyasi irade ise kararlı bir tavır sergileyemiyor, iki senaryo arasında ve ikinciden pek uzak olmayan yeni bir ihtimal yaratamamanın sıkıntısını yaşıyor. Mahçup bir şekilde yıllık kredi artış hızı yüzde 20-25 düzeyinde tutulabilir ise cari açığın çok tehlikeli olmayan bir düzeyde ve kontrol altında tutabilmeyi umuyor… Bu iki senaryo dışında bir olasılığın büyük bir hızla eridğini görmek istemiyor. Sıkıştıkça dile gelen orta vadeli planlarına sahip çıkma konusunda kararlı olunamıyor. Hükümet içinde yaşanacak değişikliklerin bu sorunun ilaç olamayacağı gerçeği ihmal ediliyor.
Geniş halk kesimleri ise sanki bu konular kendilerini ilgilendirmiyormuş gibi bir tavır sergiliyor. Belli ki gelecek konusundaki ilgileri birilerine güvenmek veya güvenmemek ikilimine dayandığı için yaşananları anlayamıyor, kolaylıkla yönlendirilebiliyorlar. Hal böyle olunca genel seçimlerden çıkan güven duygusu ile ekonomideki yol ayrımı arasındaki çelişkiyi anlamak zor olmuyor. Günlük ihtiyaçların karşılanması konusundaki bağımlılık ve ayağını yorganına göre uzatmayı engelleyen şuursuzluk geniş kesimlerin algılamalarını köreltiyor. Halkın bu durumu hem siyasi iradeyi, hem de onlara yönelik ekonomik faaliyette bulunanları rahatlatıyor, değişmeleri istenmiyor… Eğer tersi olsa idi cari açığı küçültmek üzere toplumu tasarrufa teşvik eder daha şuurlu olmaya davet ederler idi! Ne yazık ki böyle olmuyor. Geniş kesimlerdeki bu durum 1920 ve 1930′lu yıllarda Batı dünyasındaki koşulları anımsatıyor. Para politikası uygulamaları yeterli olmuyor, aşırılıklar zorlanıyor; serbest piyasanın etkinliği ve demokrasi gibi kavramlar laftan öteye bir değer taşımıyor ve çözümlerin parçası olamıyor…
Küresel düzeyde nisbi fiyat hareketleri zorunlu ihtiyaç maddeleri ve temel hammaddeler lehine değişiyor. Söz konusu ürünlerin ithalatçısı durumundaki Türkiye’nin cari açığı büyüyor. Bu durumun yarattığı tehlikeyi görmezden gelen şuursuzluk sorunların ağırlaşma hızını artırıyor, yapılması gerekenler ihmal edilir iken yapılmaması gerekenlerdeki ısrar devam ediyor. Etkili ve yetkili kesimler yapılması gerekenlerden korkuyor, akıl tutulması büyüyor… Geniş kesimler ise kendininkiler dahil herkesin hatalarının faturasını ödemek zorunda kalacağını unutmuş, işlerin iyi gittiğini hayal ederek kendini avutuyor. Belirsizlik ve kırılganlık tırmanmaya devam ediyor. Sermaye hareketlerine bağımlılık arttıkça tehlikelere meydan okuma eğilimi güçleniyor.
Mehmet UÄŸur CÄ°VELEK