Ekonomi politikalarının karşılaşabileceği en sevimsiz durum, içinde bulunduğu koşulların aniden tam tersine dönmesidir.
Ağustosa ait sanayi üretim endeksi verileri dün açıklandı. Bir ay öncesine kıyasla sanayi üretiminde yüzde 2,6 oranında düşüş var. Temmuzda ise aynı oranda artış vardı ve bu artış şubattan bu yana gerçekleşen tek artıştı. Bir yıl öncesinin aynı ayına göre ise ocakta yüzde 19 artmıştı sanayi üretimi. Sonra artış hızında sürekli bir azalış yaşandı ve temmuza gelindiğinde üretim artışı yüzde 6,9’a geriledi. Ağustostaki yıllık üretim artış hızı ise yüzde 3,7 açıklandı. Kısacası, yıllık büyüme hızında hemen herkesin beklediği gibi düşüş var. Daha fazla rakama gerek yok; nasıl olsa sanayi üretimindeki son gelişmelere ilişkin ayrıntılar ekonomi sayfalarında kapsamlı biçimde ele alınacak.
Derdim başka; ekonomi politikası uygulamasıyla ilgili. Bazı ‘ilginç’ iktisatçılar bir tarafa bırakıldığında, bir ekonominin potansiyelinin altında çalışması durumunda, iktisatçılar, iç talebi arttırıcı uygulamalara gidilmesini önerirler. Daha yüksek miktarda kamu harcamaları, daha düşük vergi oranları, daha düşük faiz oranları gibi. Elbette bu tür politikaların uygulanabilmesi için o ülkede yüksek kamu borcu ve yüksek bütçe açığı nedeniyle risk algılaması da yüksek düzeyde olmamalı. Yoksa kaş yapayım derken göz çıkarmak kaçınılmazlaşır. Örnek: Yunanistan ekonomisi 4 senedir daralıyor ama kimse de çıkıp kamu harcamalarını arttırın ve vergi oranlarını azaltın demiyor. Böyle bir politikanın tam bir intihar olacağı açık çünkü. Dolayısıyla maliye politikası nedeniyle ülkenin riski yüksekse bu tür politikaları uygulamak mümkün değil. Böyle bir risk yoksa iç talebi arttırmaktan kaçınmamak gerekir. Mesela 2008 sonunda Türkiye tam da bu durumdaydı. İç talep bıçak gibi kesilmişti ve Türkiye’nin riski yüksek değildi. Olan riskin de bütçe dengesi ve kamu borcuyla bir ilgisi yoktu. O sıralar, bu köşede, iç talebi arttırıcı politikaların başka politikalarla desteklenmek koşuluyla bir an önce uygulamaya sokulması için çok sayıda yazı yer almıştı. TEPAV’da hazırlanan ve ayrıntılı rakamsal çözümlemeler de içeren bir dizi raporun sonuçlarına dayanıyordu o yazılar.
Tersi de geçerli: Bir ekonomi, potansiyelinin belirgin biçimde üzerinde büyüyorsa ‘motorun su kaynatmaması’ için iç talebi kısıcı bazı politikaları devreye sokmak önerilir. Mesela 2010’da Türkiye potansiyel büyüme hızının oldukça üzerinde büyüdü. Motorun hararetinin tehlikeli noktaya gelmekte olduğunu, yükselen cari işlemler açığı belirginleştirdi. Üstelik yüksek cari açığı her an kesilebilecek kısa vadeli döviz girişleriyle finanse ediliyordu. Bu koşullar altında Merkez Bankası önceliği aldı ve yüksek büyümenin arkasındaki temel unsurlardan biri olan çok yüksek kredi artış hızının finansal istikrarı tehdit ettiği doğru saptamasıyla o hızı azaltmaya çalıştı.
Tam tersine dönüş
İster ekonomiyi canlandırmayı isterse de yavaşlatmayı amaçlasın, bu tür ekonomi politikalarının karşılaşabileceği en sevimsiz durum, ekonominin içinde bulunduğu koşulların aniden tam tersine dönmesidir. Çok hızlı büyüdüğü için çok sayıda sorun yaratmaya başlayan bir ekonomiyi soğutmak ister ve bu amaçla bir dizi önlemi peşi sıra devreye koyarken bunların etkileri tam ortaya çıkmadan, değişen dışsal koşullar nedeniyle ekonominizin potansiyelinin oldukça altında büyüyeceği anlaşılınca ne yaparsınız? Can sıkıcı bir durum: Daha önceki politikaların etkileri devam ederken tam tersi yönde etkiler yaratacak politikaları uygulamanız gerekir. Adı üstünde dışsal koşullar bunlar. Kontrolünüz altında değiller. Bu Merkel ve Sarkozy ülkelerini yönettikleri sürece, o dışsal koşullar bir o tarafa bir bu tarafa daha çok savrulurlar. Öyleyse… Kıssadan hisse şu: Bu koşullar altında parça başı ve zamana yayarak karar almak olmaz. “Bugün (Kasım 2010–Nisan 2011’de) ben (Merkez Bankası) zorunlu karşılık oranlarını yükselteyim. BDDK’nın devreye girmeden o kararların bir işe yaramayacağını söyleyenler var ama olsun; bakalım belki kararlar bir işe yarar, yaramayacak gibi olursa da BDDK ‘yarın’ (Haziran 2011’de) nasıl olsa devreye girer”. Gelin görün ki, o dışsal koşullar BDDK kararlarının alınmasından daha bir buçuk ay bile geçmeden bu sefer tamamen tersi yönünde kararlar alınmasını gerektiriyor. Sonuç: Bazen sürat iyi bir şeydir.