Yalnızca ‘Politika faizini yükseltiyorum’ diyerek ulaşılabilecek bir sonuca, bizim Merkez Bankamız, kafa karıştırarak ulaşıyor.
Geçenlerde bir dostum, “Sen şimdi neticeye bak” dedi. “Bu yıl şubat ayından beri benim kendi bankamdan alabildiğim kredinin faizi, yüzde 9,5’lerden yüzde 14’lere, yüzde 50 yükseldi. TL kredilerinde vaziyet böyleyken döviz kredilerinde ise artış yüzde 100’ü buldu. Ondan da olsa, bundan da olsa benim girdi maliyetim de, fırsat maliyetim de yükseldi. Artık eski hesap bozuldu.” Konuşmamız Merkez Bankası politikaları ile alakalıydı. Benim anlattıklarım, ona, İstanbul düşerken, meleklerin cinsiyetini tartışmak gibi geliyordu. O sonuca bakıyordu. Kendi açısından haklıydı. Ama doğrusu ya, ben sadece bugüne kadar olanlar değil, bundan sonra olacaklar da dikkate alındığında, netice kadar Hatice’ye de bakılmasının faydalı olacağına dair bir kanaat taşıyorum. Nedir Hatice’den muradım? Bugünkü neticeye neden olan politika çerçevesidir. Olan ve olmayan tarafları ile mevcut iktisadi politika çerçevesidir. Bugün gelin size bir kısa liste çıkarayım. En azından benim aklıma takılanları sizlerle bir paylaşayım.
Önce MB politikalarından başlayalım. Ayrıntıları bir kenara atalım. MB ekonomiyi yavaşlatmayı hedeflediyse -ki şimdilerde öyle diyor ama kısa süre önce başka şeyler söylüyordu- bankaların kredi faiz oranlarında 2011 yılı içinde yüksek oranlı bir artış gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu sonuç, o amaçla uyumludur. Burada mesele olan şudur: Yalnızca “Politika faizini yükseltiyorum” diyerek ulaşılabilecek bir sonuca, bizim Merkez Bankamız, herkese “Ne yapıyor bu böyle” diye sordurtan bir dizi karmaşık dans figürü ile kafa karıştırarak ulaşmış bulunmaktadır. “İktisadi toparlanmanın hızını kesmek üzere politika faizini yükseltiyorum” demek yerine bankanın piyasalar gözünde kredibilitesini yerle yeksan ederek, bankaların MB politikalarına yönelik risk algılamasını arttırarak aynı sonuca ulaşmak iyi midir, kötü müdür? Bana iyi değilmiş gibi geliyor doğrusu. Çolak kalmadan aynı sonuca ulaşmak varken, arada insanın kendi kolunu kesip atmasının bir manası var mıdır? Yoktur. Bu ilk noktadır. İkinci nokta, tam da birincisi ile alakalıdır. Ekonomi yönetiminin, algılaması kolay, açık mesajlar vermeyip kâhin ağzı ile her tarafa çekilecek laflar söylemeye başlaması, doğrudan küresel krizin zikzaklı seyrinden mi kaynaklanmaktadır? Krizin zikzaklı seyri elbette ekonomi yönetimindeki kafa karışıklığının nedenlerinden biridir. Zor bir dönemden geçtiğimiz açıktır. Kafa karışıklığı hepimizdedir. Ancak Türkiye’nin bugünkü problemlerinin kaynağı, doğrudan küresel kriz değil, kontrolsüz 2010 toparlanmasının yol açtığı sonuçlardır. Tarihi cari işlemler açığı ve bunun finansmanı, Türkiye’nin borç stoku problemidir. Herkesin borç yönetimi ile uğraştığı bir dönemde bu da bizim borç yönetimi problemimizdir. Yönetilmesi gereken risklerin kaynağında bu ülkenin yerel toplam talebi ile yine bu ülkenin yerel tasarruf hacmi arasındaki uyumsuzluk yatmaktadır. Yabancı para kazanma kabiliyeti kriz nedeniyle sınırlanan bir ülkede, yabancı para ihtiyacını azaltmak gerekir. Burada kafa karışıklığı olmasa gerekir. Ancak söyleme hâkim olan kafa karışıklığı, Avrupa’da derinleşen kriz ile biçimlenen yeni döneme ekonominin intibakını güçleştirmektedir.
Geleyim üçüncü noktaya, Türkiye’nin kısa vadede kırılganlık kaynağı cari açığı ve onun yönetimidir. Bu da bir borç yönetimi hadisesidir. Merkez Bankası’nın kredibilitesi bu borcun yönetimi için artık eskisinden daha fazla önem taşımaktadır. Neden? Şimdi Avrupa’da derinleşen krizle birlikte, uzun vadeli fon piyasasından kaynak temini eskisine göre daha zor olacaktır. Bu ne demektir? Türkiye cari açığı yeniden ve yeniden finanse ederken, orta ve uzun vadeli kaynak bulmakta daha fazla zorlanacak demektir. Zaten dışlandığımız piyasaya bundan böyle girmemiz daha zor olacaktır. Avrupa’da bankaların yeniden sermayelendirilmesi Türkiye’yi eskisinden daha fazla ‘sıcak para’ya muhtaç bırakacaktır. Bankanın kredibilitesinin yeni borç yönetimi problemi açısından son derece önem taşıyacağı dönemde banka kredibilitesini eritmiş hal-dedir. Bundan ne olur? Gereken faiz intibakı daha büyük boyutta olur. Kur intibakı da öyle olur. Netice budur. İş dünyası için önemli olan bugünkü neticedir. Halbuki bugün artık yarınki neticeyi kestirebilmenin daha önemli olduğu dönemden geçiyoruz. Yarınki neticenin ne olacağını kestirebilmenin yolu, Hatice’yi dikkate almaktan geçer. Böyle konuştuğumda, “Sen şimdi netice olarak ne diyorsun?” diye bakmaya başladıklarında şöyle diyorum: “Türkiye’nin geleceği son derece parlaktır. Aynı akıncı atalarımız gibi gözlerinizi sınırlarımızın ötesine dikin, ama bugünlerde tam önünüzdeki derin çukura da dikkat edin.”