Türkiye son olarak 1946’da dış ticaret fazlası vermişti. Oysa geçen 65 yılda, Brezilya sadece 15 yıl ticaret açığı vermiş.
Çok duyduğum[uz] bir cümleyle başlayayım: “Türkiye ekonomisinde bütün göstergeler iyi. Sadece cari açık olumsuz görünüyor…” Bu cümle yanlış mı? İlk bakışta değil. Ama böyle söylendiğinde insan sanki cari açık kendi kendine oluşan, ekonominin kalanından bağımsız bir olaymış hissine kapılıyor. Hani “Pencere açık kalmış, üşüteceğiz” der gibi. “Birisi gidip kapatıversin şu pencereyi [cari açığı]” diyesi geliyor insanın.
Ama cari açık kalemi Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) yayımladığı ödemeler dengesi tablosunda yer alan 187 kalemden sadece birisi. Üstelik bu büyüklüğe ulaşabilmek için 50 dolayında farklı bilgi toplanıyor. Bu bilgiler ekonominin çeşitli faaliyetleriyle ilişkili. Peki bu faaliyetlerin her birinde işler iyi gidiyorsa bunların hepsi bir araya geldiğinde neden cari açık sorunuyla karşılaşıyoruz? Üstelik küçük bir sorun da değil. Dünyada bizi bu konuda geçebilen sadece iki ülke kaldı. ABD ve İtalya! Kalanların cari açığı ya daha küçük ya da cari fazla veriyorlar. Cari açığa GSYH’ye oran olarak bakınca, The Economist dergisinin verdiği karşılaştırılabilir ülkeler listesinde, şimdilik, şampiyonuz.
Dış ticaret açığı
Neden cari açık veriyoruz sorusuna yanıt verebilmek için sözünü ettiğim kalemlere bakmak gerekiyor. İlk çarpan mal ihracatı ve ithalatı. Bunlar arasındaki fark, yani dış ticaret açığımız çok büyük. Bu yeni bir şey değil. Türkiye son olarak 1946’da dış ticaret fazlası vermişti. Oysa aynı tarihten bu yana geçen 65 yılda, canımız sıkıldıkça karşılaştırma yapmayı pek sevdiğimiz Brezilya sadece 15 yıl ticaret açığı vermiş. Üstelik dönemin bütünü için çok büyük bir dış ticaret fazlası var.
Peki dış ticaret açığı vermesine rağmen cari işlemler dengesinde fazla sağlayan ülkeler yok mu? Var. Örneğin İsrail ve Hong Kong. Türkiye böyle değil. Bir kere, yurtdışından kazandığımız gelir ile yurtdışına ödediğimiz arasındaki fark hep eksi olmuş. Buna karşılık net hizmet ihracatımızla dış ticaret+gelir hesaplarından gelen açığımızı epeyce törpülüyoruz. Buna en önemli katkı yapan faaliyet turizm. Bu aslında biraz farklı okunması gereken bir kalem. Çünkü Türkiye’ye turist olarak gelenlerin yedikleri, içtikleri, satın aldıkları mallar ve hizmetler burada muhasebeleştiriliyor. Örneğin bir kişi Türkiye’ye gelip halı alırsa bu turizm geliri, halı siparişi verip yurtdışındaki adresine göndertirse halıcılık kesiminin mal ihracatı oluyor.
Diğer hizmet kesimlerinin cari işlemler açığına katkıları ne? Taşımacılık ve inşaat net döviz kazanan kesimler. Ama Türkiye navlun, sigorta ve finansal hizmetler alanlarında da net ödeyici. Gerçi her fırsatta “Bankacılık sistemimiz güçlüdür” diye övünüyoruz ama bankacılığın hâkim olduğu finans kesiminin net döviz kazancı 2000 yılından bu yana hep eksi! Üstelik 2000-5 döneminde finans kesiminin cari açık içindeki payı yüzde 2,6 iken 2006-10 döneminde yüzde 3,7’ye yükselmiş. Demek ki, bankacılık kesimimizin “gücü” her neyse, döviz kazandıran bir şey değilmiş. Hatta bu kesim “güçlendikçe”, büyüyen cari açığa katkısı daha da artmış.
Evin içinde heryer tertemiz sadece ÇÖP ler kokuyor.
İyi de O Çöpler de Evden çıkıyor. ÇÖP lere kötü deyip Evin ÇÖP Ürettiğini unutmayın. İşte Ekonomi de bu şekilde Cari Açık Üretiyor..Cari Açık dışardan gelmiyor yani.