İstanbul’a üçüncü köprü yapılması konusundaki direnç, akıl almaz bir işkenceye dönüşmeye başladı. Bu konuda ihaleye çıkılıp teklif gelmemesi üzerine Bakan Binali Yıldırım, köprünün kamu kaynaklarıyla yapılacağını açıkladı.
Hemen ardından kamuoyunda oluşan tepki ciddi bir hal aldı. Tam çatlak seslerin dozu artmaya başlamıştı ki, birinci köprünün büyük bakım nedeniyle bir yıl kapatılacağı açıklandı. Medyada estirilen ‘eyvah rüzgârlarıyla’ beraber zihinlere sokulmak istenen bence, ‘gör bak köprü olmazsa ne olur’ anlayışının zerk edilmesidir.
Kar yağdığında insanları köprüden yayan geçmeye mecbur bırakan bu zihniyetin üçüncü köprü ısrarını iyi anlamak gerekiyor. Öncelikle ağır vasıtaların bu yeni köprüye kaydırılarak, trafiğin rahatlatılacağı savı uzmanlara göre gerçekçi değil. Çünkü yüzde 1,5’luk bir farklılık İstanbul’a yeterli gelmez.
Denilebilir ki, köprü yapılırsa ne olacak? Ne olacağını söyleyeyim. İş köprü ile kalsa belki sorun teşkil etmeyebilir. Fakat ilk iki köprüde olduğu gibi boğazın yapılaşmayla birlikte talan edilmesi sonucunun kaçınılmaz olduğunu üçüncüsü için de biliyoruz.  Nitekim Ankara’nın işi gücü bırakıp 2B’ye konsantre olmuş hali de bunun kanıtı… Artık o bölgede kimin ya da kimlerin arazisi varsa…
Her şeye rağmen birinci köprünün 40. yılında büyük bakıma alınıyor olmasını, zamanlama açısından tesadüf diye düşünebilirsiniz. Peki o zaman birkaç soruyu ortaya koymak gerekiyor. Mesela depremden sonraki süreçte uzunca bir dönem bakımı yapılmadı ama yakın zamanda viyadükleri de dahil köprü güçlendirilmedi mi? Açıklama buydu. Tüm uzmanlar köprünün son derece sağlam durumda olduğunu söylemiyor mu?
Yine yakın zamanda bir fırtınada köprünün taşıyıcı halatlarından biri koptu. Bunun üzerine genel bir bakımla bu halatların değişimi sağlanmadı mı? Halat tamam, güçlendirme ile bakım tamam, geriye ne kaldı? Yol ışıklarıyla, asfalt mı? Bunlar için bir sene köprüyü kapatmak gerekiyor mu?
O halde buradan gelen kötü kokuları ve hafiften ‘ölümü gösterip, sıtmaya razı etme’ eğilimini hissetmemiz normal. Bunu ortadan kaldıracak tek bir yöntem var. ‘Bir senelik büyük bakım’ gibi yuvarlak ifadeleri bırakıp, liste halinde hangi işlemlerin yapılacağının açıklanması.
Uzmanlar, yani bilim adamları bakar listeye ve doğrudur derse biz de ‘yanlış anlamışız’ deriz. Ama böyle bilimsel verilerle kanıtlanmış gerçekçi bir liste yoksa durum değişir. O zaman da ‘cin olmadan adam mı çarpmaya kalkıyorsunuz’ deriz.
Birinci köprüyü bakıma al, üçüncüyü yap, peki sonra ne olacak? Otoyol ve köprüler özelleştirilecek. Ne memleketmiş ama… Cidden merak ediyorum ve bunu sık sık soruyorum yazılarımda. Bir kez daha soracağım: Gerçekten Ankara’dan bakınca bu kadar saf mı gözüküyoruz?