İkinci nesil reformlar memlekette iş yapma biçimi ile yakından alakalı, kamu idaresinin yapısı ile birebir ilişkili reformlar.
Türkiye dünyanın onuncu büyük ekonomisi olabilir mi? Elbette olabilir. Eğer bu hedef etrafında kilitlenebilir ve önceliklerimizi doğru belirleyebilirsek neden olmasın? Hükümetimiz, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden (TBMM), kanun hükmünde kararnameler (KHK) çıkararak kamu idaresinde düzenleme yetkisi aldığından beri ben bu yönde bir açıklama bekliyorum: “Türkiye’nin onuncu büyük ekonomi olabilmesi için önceliklerimiz aşağıdaki gibidir: (İlk Yüz Gün Programı Öncelikler Listesi). Bu önceliklere hızla ulaşabilmek için kamu idaresini tek bir hedef etrafında odaklamamız gerekmektedir. İlk yüz gün bu çerçevede son derece önemlidir. Seçimler sonrasında oluşan hükümetimizin İlk Yüz Gün Programı kapsamında hızlı adımlar atabilmek için TBMM’den KHK’lar vasıtasıyla kamu idaresini yeniden yapılandırma yetkisi alınmıştır. Bu yetki şu hedeflere ulaşmak için kullanılacaktır: (İlk Yüz Gün Programı Yapılacak İşler Listesi). Ama bakın hayal ile gerçek birbirine uymadı. KHK’lar bize böyle sunulmadı. Zihinlerimiz açılmadı. Daha da karıştı.
Merhum Özal dönemi öyleydi. O vakitler, “Yapacaksan ilk başta reformları yapacaksın” denirdi. İlk yüz gün neler yapıldığına önem verilirdi. Şimdilerde bir çetele çıkarmanın vaktidir. Seçimler haziran ayının on ikisinde yapıldı. Şimdi eylülün dokuzuna geldik. İlk yüz günü tamamlamak üzereyiz. Peki, Türkiye’nin dünyanın onuncu büyük ekonomisi olması hedefi doğrultusunda bu ilk yüz günde ne yaptık? Belki yapılıyordur da haberimiz yoktur. Biri anlatırsa öğrenmiş oluruz.
Türkiye’nin 2023 yılında dünyanın ilk on büyük ekonomisi arasına girmesi hepimize heyecan vermesi gereken bir hedef. Ancak bu hedefe ulaşmak için bu kez eskisinden farklı bir şeyler yapmamız gerekiyor. Dün Türkiye ekonomisi iç göçün etkisiyle büyüyordu. Yaklaşık elli yıl önce ben doğduğumda bu ülkede yaşayanların yüzde 30’u şehirlerde oturuyordu. Şimdilerde bu oran yüzde 75’e yaklaştı. Köyden şehre gelenler düşük verimlilikle çalıştıkları tarım sektöründen sanayi ve hizmetler sektörüne geçtiler. Birdenbire verimlilikleri üç katına çıkıverdi. Dikkat edin: Becerilerini fazla arttırmak gerekmeden verimliliklerini arttırabildiğimiz bir dönüşüm sürecinden geçti insanlarımız. Onlara fazla bir yatırım yapmadan yüksek bir verim elde edebildik. Ne sayede? İç göç sayesinde. Türkiye iç göç sayesinde tempolu bir biçimde büyüdü.
Şehirlerde yığılma
Ancak artık şehirlere yönelme değil, şehirlerde yığılma dönemine doğru gidiyoruz. Marmara Bölgesi nüfusu daha fazla artarsa, bu altyapı ile oralara gelenin olsa olsa verimliliğe negatif katkı yapmasını beklemek gerekiyor. Kanal İstanbul fikrini hâlâ sevmiyor olmamın en büyük nedeni budur. O projeye yalnızca proje maliyeti nedir diye bakmamak gerekiyor. O projeye, “Marmara Bölgesi’ne gelenlerin verimliliğe katkı yapabilmesi için bölgenin mesela lojistik altyapısına ne kadar yatırım yapılmalıdır?” diye bakmak gerekiyor. Geldiğimiz noktada Türkiye’nin büyüme meselesi şudur: Artık iç göç nedeniyle bir sektörden diğerine geçenin büyümeye ne kadar katkı yaptığına değil, herkesin çalıştığı sektörde verimliliğini nasıl arttırabileceğimize bakacağız. Köyden şehre gelip tarımdan sanayiye geçişe değil, mesela sanayi işçilerinin verimliliğini nasıl arttıracağımıza odaklanmalıyız. İşimiz daha zor yani. Artık birinci nesil reformların değil, orkestrasyon isteyen ikinci nesil reformların önemli olduğu bir sürecin içindeyiz.
İkinci nesil reformlar, memlekette iş yapma biçimi ile yakından alakalı, kamu idaresinin yapısı ile birebir ilişkili reformlar. Böyle bakınca hükümetimizin KHK’lar vasıtasıyla İlk Yüz Gün Programı’nı uygulamak için kamu idaresinde yeniden yapılandırmaya gitmesi son derece manalı ve de amaca uygun.
Peki, bu KHK’lar öyle midir? Hayır. Ortada bir İlk Yüz Gün Programı var mıdır? Hayır.
Keşke olsaydı.
Keşke politik istikrar, politika istikrarının otomatikman garantisi olsaydı.
Güven SAK