“Politika faizi ile makro-sakıngan politika aracı birlikte kullanıldıklarında birbirlerinin etkilerini azaltmamalı.”
ıra dizinin üçüncü yazısında. Geçen yazıda ‘klasik politika’ olarak adlandırdığım küresel krizden önceki para politikasını özetledim önce. Sonra da ‘yeni politika’ ismini verdiğim ve henüz üzerinde bir uzlaşı olmasa da hem kuramda hem de uygulamada sıkça dillendirilen bir para politikası çerçevesi çizdim. Yeni politikada merkez bankalarının en az iki politika aracının düzeyini nasıl belirlemeleri gerektiği bulunuyor: Politika faizi ve makro-sakıngan (makro finansal istikrarı sağlayıcı) politika aracı.
Ekonomi iyiyken aşırı risk alma eğilimi
Bu ikincisini şöyle düşünmek gerekiyor: Ekonomiler hızla büyürken işler hep böyle gidecekmiş havası hâkim oluyor ve aşırı risk alma eğilimi oluşuyor. Bu eğilimi dizginlemek gerekiyor. Büyümenin çok yavaş olduğu, özellikle de ekonomilerin küçüldüğü dönemlerde ise aşırı bir risk alma iştahsızlığı ortalığı kaplıyor. Bu iştahı bir miktar arttırmak gerekiyor. Bu işe yarayan bazı araçlar var. Mesela zorunlu karşılık oranları ve krediler için bankaların ayıracakları karşılıklar gibi. İkisinden birinin ya da her ikisinin birden arttırılmasının finansal risk alma iştahını azaltacağı bekleniyor. Azaltılmaları durumunda finansal risk alma iştahının artabileceği düşüncesi var.
Politika faizini bürokratlar (merkez bankası) belirliyor. Politika faizinin üretimi potansiyeline, enflasyonu hedefine ve finansal risk düzeyini de normale yaklaştırma amacına hizmet edebilmesi için yurtiçinde üretilen mallara olan talebi, reel kuru ve enflasyon bekleyişlerini etkilemesi lazım. Bunun için, politika faizinin, her şeyden önce, bankaların kendi aralarında kısa vadeli fon alıp sattıkları piyasadaki faizi etkilemesi gerekiyor. Bu faizi ‘kısa vadeli piyasa faizi’ ya da kısaca ‘piyasa faizi’ olarak adlandıracağım. Bu faiz etkilenecek ki gidip daha uzun vadeli kredi, mevduat ve tahvil faizini değiştirsin.
Bu çerçevede kısa vadeli piyasa faizinin politika faizine yakın bir yerde oluşması gerekiyor. Merkez bankaları piyasa faizinin politika faizine yakın bir yerde oluşmasını koridor şeklinde bir faiz sistemi kullanarak sağlıyorlar: Merkez bankası bir borç verme, bir de borç alma faiz oranı açıklıyor. Koridorun üst sınırını belirleyen merkez bankasının borç verme faiz oranı, geçici likidite sıkışıklığına düşen bir bankanın merkez bankasından kısa vadeli borçlanmak için ödemeyi kabul ettiği faiz oranı oluyor. Koridorun alt sınırını belirleyen merkez bankasının borç alma faiz oranı ise geçici likidite fazlası olan bir bankanın, merkez bankasına bu fonu mevduat şeklinde yatırması halinde almayı kabul ettiği faiz oranı. Politika faizi koridor içinde bir yerde ya da sınırlarda belirlenebiliyor. 20 Mayıs 2010’a kadar TCMB’nin politika faizi ile borç alma faizi (koridorun alt sınırı) aynıydı. Bu tarihten sonra Merkez Bankası’nın haftalık vadede bankalara borç verme faizi (repo faizi) politika faizi oldu. Piyasa faizinin koridorun içinde kalmasını sağlayan olgu, Merkez Bankası’nın üst sınırdan borç vermeye, alt sınırdan da borç almaya hazır olması (teminat sorunlarını göz ardı ediyorum).
Zorunlu karşılıklar peşi sıra arttırıldı
Yeni para politikası uygulanırken çok önemli bir noktaya dikkat etmek gerekiyor. Politika faizi ile makro-sakıngan politika aracı birlikte kullanıldıklarında birbirlerinin etkilerini azaltmamaları gerekiyor. Bazı koşullarda bu durum ortaya çıkabiliyor. Türkiye’de Ekim 2010-Haziran 2011 döneminde ne yazık ki böyle bir durum ortaya çıktı. Yeni kurumsal düzenleme ihtiyacı uygulamada görülen bu önemli sorundan kaynaklanıyor. Merkez Bankası bir makro-sakıngan politika aracı olarak zorunlu karşılık oranlarını peşi sıra arttırdı. Amaç, hızlı kredi genişlemesinden kaynaklanan finansal istikrarsızlık riskini azaltmaktı. O politika bir açmazla karşılaştı. Cumartesi günü sıra bu açmazı ‘açmakta’.