Türkiye’de siyasetin takıntılar üzerine yürüdüğünü hepimiz biliyoruz. Fakat bu takıntılar her olayda karşımıza gerekli gereksiz, sebep / sonuç ilişkisi olarak çıkıyorsa, ortaya çıkan manzara da sağlıksız hale geliyor.
28 Şubat süreci kendi içerisinde farklı bir tartışma… Senelerdir de tartışması yapılıyor. Onu zamanında farklı yönleriyle, o dönem Başbakan Danışmanı olan rahmetli Aytunç Altındal ile siyasi yanını, dönemin Ekonomiden Sorumlu eski Devlet Bakanı Ufuk Söylemez ile de iktisadi yanını çok konuştuk. Hiç işin bu tarafına girip, konuyu dağıtmayacağım.
Sadece Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın sözlerine değineceğim. Demiş ki: “KOBİ’lerin nitelikli eleman sorunu var. Bunda da en temel sebep 28 Şubat zihniyetidir. ‘İmam hatiplerin önünü kapatacağım’ diye meslek eğitimine büyük darbe vurdular.”
Şimdi eğri oturup doğru konuşalım. 1980 darbesinden beri bu ülkede imam hatip meselesine kimse darbe falan vurmadı. Vurmadı ki, bugün ibadethanelerdeki imamdan çok, devlet kademesinde imam hatip mezunu var. Haksızlıklar olmuş mudur; elbette olmuştur. Ama memlekette kime haksızlık yapılmadı ki?
Fakat mesleki eğitim meselesine böyle yaklaşmak doğru değil. Yıllarca mesleki eğitimin imam hatip tartışmasına kurban edildiğini söyleyenlerden biriyim. Bakın imam hatipler yüzünden değil, tartışması yüzünden sorun büyüdü.
Ne zaman bir şey yapılacak olsa, imam hatip meselesini ayyuka çıkaran her iki kanattan da siyasi yaklaşım bu işi buraya getirdi. Oysa kimsenin aklına imam hatip tartışmasını kenara koyup, ayrıca ele alıp, mesleki eğitime yol vermek gelmedi.
Bu ülkede motor bölümünden mezun olup, motor görmeyen çocuklar var. Bu şartlar altında mesleki eğitim gelişir miydi? Ahilik ile temel alan, köy enstitüleri ile taçlanan ve sonrasında atıl bırakılan bir konuyu, imam hatipe indirmek obsesif, yani takıntılı siyasettir.
İşte bu takıntılarla yürütülen politika, zaten Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Takıntılarla dört bir tarafından çekiştirilerek ülkenin tüm konularda geri kalmasına neden olundu. Kimi her söyleneni dine karşı, kimi Atatürk’e karşı zannetti.
Kimi herkesi ajan ilan etti; kimisi milliyetçiliği kimseye bırakmadı. Bazısı da teröristin peşine takılıp, ülkede başka hiçbir sorun yokmuş gibi davrandı. Gücü eline geçiren de paranoya içinde diğerini dövdü.
Herkes bir tarafa çekiştirdi. Ne yazık ki her birinin ardından da onlarca insan koştu. Şu açık ki Türk siyaseti obsesif bir yapıda ve bu haliyle etle tırnak olup, tüm dünyaya önce cephede, sonra sosyal ve ekonomik alanda ders vermiş bir milleti hasta etti.
İlkeli olmak, Atatürk’ün manevi mirasına sahip çıkıp akıl ve bilim ile, analitik zekâyı kullanmak ayıp sayıldı. Oysa analitik düşünmek dünya görüşüne bağlı bir durum değildi; inanç herkesin inancı, Atatürk de herkesin Atatürk’üydü.
Dönersek Bakan’ın açtığı konuya… Kökenini ahilikten alan ve Almanya’nın modernize ederek kullandığı Dual sistem anlatıldı yıllarca eğitim şûralarında… Bir kulaktan girdi, diğerinden çıktı. Peki, bugünkü durum ne? Türkiye’de mesleki eğitim mi var? Aksine fizik, matematik gibi dersleri seçmeli yapmaya kalkıp, imam hatiplerin bile canına okuyan siz değil misiniz?
Mesleki Yeterlilik Kurumu diye bir kuruma dayanıp, yabancı danışmanların eşliğinde bu ülkenin eğitim sistemini de, mesleki eğitim anlayışını da, Milli Eğitim bakanlığı yetkilerini de yerlerde süründüren bir iktidarın bunları söyleme hakkı var mı?
Bana sorarsanız hakkınız yok. Ülkenin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı, yıllarca dikte edilen kumar ekonomisi yüzünden beli kırılan üretimden; katma değer yaratmak için gereken eğitim sistemi yerine, psikolojik sıkıntılara neden olan eğitim sisteminden ve ülkenin bilimsel veriler olmadan ekonomi politikası belirlediğinden bahsetmiyorsa, sadece sussun.
Çünkü, ama iktidardaki sizlerin, ama muhalefettekilerin obsesif siyaseti nedeniyle bu ülke çok çekti ve halen de çekmeye devam ediyor. İşte bu yüzden Aktütün Köyü’ndeki Çiçek kız okumak istediğini söylediğinde cümlesini şöyle tamamlıyor: Atatürk olsaydı; biz okurduk.