2008′deki koşulların geçerli olması halinde o döneme kıyasla daha kötü etkilenecek olmamızın nedeni, artan kırılganlığımız.
Küresel krizin tüm şiddetiyle patlak verdiği günlerdeki dış koşullar şu anda yaşanıyor olsa Türkiye o döneme kıyasla daha kötü etkilenir. Neden? Sorunun yanıtına geçmeden önce o günleri kısaca hatırlamakta yarar var.
2008’in sonbaharında Lehman Brothers’ın batışıyla bazı gelişmiş ülkelerde çoktan başlamış olan finansal krizin şiddeti iyice arttı ve neredeyse tüm küreye yayıldı. Küresel kriz Türkiye’yi dört kanaldan vurdu: Birincisi, bankaların ve şirketlerin yurtdışından önceden bol kepçe aldıkları borçları yenileme olanakları kalmadı ve vadesi gelen borçlarını ödemek için bilançolarını küçültmeye başladılar. İkincisi, bankalarımız yurtiçi kredi arzını azalttılar. Üçüncüsü, dünya ticareti daraldı; ihracatı daha çok krizin merkezindeki ülkelere yönelik olan Türkiye, bu daralmadan çok olumsuz etkilendi. Dördüncüsü, bu ortamda hem yatırımcı hem tüketici güveni dibe vurdu; harcamalar azaldı. Bu gelişmeler sonucunda 2009’da yüzde 4.8 oranında küçüldük. Kriz öncesinde yüzde 10 düzeyinde olan işsizlik oranı, 2009’da ortalama yüzde 14 oldu. Kısacası küresel krizden derinden etkilendik.
Kırılganlık daha fazlaÂ
2008 sonbaharındaki küresel koşulların şimdi geçerli olması halinde o döneme kıyasla daha kötü etkilenecek olmamızın nedeni, şu andaki kırılganlığımızın daha fazla olması. Bütçe dengesi, kamu kesimi borçlanma gereği ve kamu borcunun milli gelirimize oranı açısından bakıldığında hem 2008’de hem de şimdi bir sorun yok. Aynı yargı, finansal sektör için de geçerli. Sağlam bir bankacılık sistemi görüyoruz hem şimdi hem de küresel kriz öncesinde. O döneme kıyasla dikkat çekici bir özelliği yine de not edeyim: Merkez Bankası (MB) verilerine göre finansal sektörün yurtdışından aldığı kısa vadeli borçlanmada belirgin bir artış var; 2008’de 9.2 milyar dolar iken Mayıs 2011’de 23.2 milyar dolar.
Şimdi daha kırılgan olmamızın temel iki nedenini hemen tahmin etmişsinizdir: Cari işlemler açığımız şimdi daha fazla ve neredeyse tamamına yakın bir kısmı kısa vadeli dış borçlanma ile finanse ediliyor. Az önce sağlam bankacılık sektörüne ilişkin not ettiğim ikinci sorun da zaten kısa vadeli borçlanma sorununun bir parçası. Küresel kriz öncesine kıyasla kırılganlığımızın daha fazla olmasının bir üçüncü nedeni daha var. Şu: En yetkili ağızlar sıkça cari işlemler açığı sorununa işaret ettiler ama gerekli ekonomi politikası tepkisini vermediler. Uzunca bir süre sahnede sadece MB vardı. Ne var ki yeni para politikasının (kredi arzındaki hızlı artışı frenleme kısmı) Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) devreye girmeden işe yaramayacağı başından belliydi (en azından bu köşede 2010’un son aylarından itibaren çok sayıda yazı yer aldı). Buna karşın BDDK oldukça gecikmeli biçimde devreye girdi. Bu gecikmeye rağmen MB aynı para politikasını sürdürmeye inatla devam etti. Ek olarak dış finansal çevrelerde MB’nin yeni para politikası bir türlü anlaşılmadı. Dile getirilen sorunları çözmek için maliye politikasında gereken değişiklikler ise hiç gündeme gelmedi. Mesela vergi affından elde edilecek ek kaynakların nasıl kullanılacağı açıklanmadı.
Dış koşullar o kadar kötü değil
Şansımız şu: Dış koşullar 2008’in sonbaharındaki kadar kötü değil. Mevcut iki önemli dış tedirginlik unsuru, Avrupa Birliği (AB) ve ABD. AB aylar sonra nihayet dişe dokunur bazı kararlar aldı. ABD’de Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasındaki borçlanma sınırına ve bütçe harcama kalemlerinin hangilerinin azaltılacağına ilişkin kavganın bitip tüm dünyanın nefes alacağı umuluyor.
AB’nin nihayet ortaya koyduğu çözüm iradesini kapısında bekleyen diğer sorunlar için de sürdüreceği ve ABD’deki kavganın ‘tatlıya bağlanacağı’ varsayımları altında, sözünü ettiğim kırılganlıklarımızı azaltacak yeterli zamanımızın olduğunu belirtmek gerekir. Demeç vermek yerine iş yapmakta sayısız yarar var, farklı bir ifadeyle.
Bu varsayımlar altında önümüzdeki dönemde ekonomimiz nelere gebe? Perşembeye…