Sevgilisi genç adamı terk eder. Çünkü onu aldatmıştır. Fakat arkadaş jön ya; haykırır: “Nayır!, Nolamaz… Munu bana nnnapamazsın.” Bir dönem Türk Sineması’na damga vuran bu replik, o günün koşulları içinde çekilen, basit ama samimi filmler için hoşgörüyle karşılanabiliyor. Zira onların bir güzelliği ve saflığı var.
Fakat aynı poza ülkeyi yönetenler girince hem komik oluyor; hem de açıkçası çekilmiyor. Dünyada yer yerinden oynuyor, ekonomik kriz yaşanıyor, biz meseleye teğet ve psikolojik tartışmalarıyla başlıyoruz.
Yetmiyor; türev piyasası kaynaklı olduğu için bizi herkes kadar direkt etkilemeyen dalganın, ikinci yılda, yani ihracat pazarlarının daralmasına paralel yaşanacağını söylediğimizden beri ısrarla “Bak ihracatımızı artırıyoruz” söylemine giren bir ekonomi yönetimimiz var.
Elbette devekuşu sendromu ile yaşayanların beklediği değil, ekonominin gerçekleri devreye giriyor ve pazarda daralma başlıyor. Bunun üzerine bir tarafta her şeye rağmen ihracatı sürdüren bir kesim, diğer tarafta altın satıp, ihracat göstererek rakam tutturmaya çalışan bir anlayışla karşı karşıya kaldık.
Bitti mi? Büyük bir krizin geldiğini söyleyip, işletmelere sahip çıkmak gerektiğini ifade ettiğimizde, yani 2008 buhranından kısa süre önce ‘Nayır, Nolamaz’ deyip bizi kötümserlikle suçlayanlar hızını alamadılar Yine resmi okuyamadıkları için Türkiye’nin gırtlağına kadar borçlanmasına da ses çıkarmadılar.
Ülkeyi borca batırarak finanse etme yöntemleri olan sıcak para da kesilmeye başladı. Adına yatırımcı dedikleri parayı yönetenler, güvenli limanlara dönme eğilimine girdiler. Bizim tayfa da Gezi’de gençlere laf yetiştirmeye uğraştı. Sonra birden FED açıklaması geldi. Yetmedi Bernanke 2014’e ilişkin politikaları açıkladı.
Yine yetmedi; gizli gizli finansman sağladıkları Katar ve Suudi Arabistan ile Mısır konusunda ters düştüler. Can kurtaran para da gelmiyordu. Suriye’ye angaje oldular. O kadar angaje oldular ki, dünya insanlık adı altında paylaşım kavgası içinde maliyet hesabı yaparken, cebinde beş kuruşu olmayanlar 80’li yılların video filmlerine özendiler. Replik şu oldu: “Dalalım…”
Cebi delik olmakla kalmayıp, üstüne de borç yazan Türkiye’nin riski daha da artınca dolar 2 TL’nin üzerine oturdu ve Merkez’in rezervleri erimeye başladı. Müdahaleler yeterli gelmiyordu. Şimdi diyeceksiniz ki, ‘artık anlamışlardır’.
Hayır Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, Tataristan’da ‘kur spekülasyonu ekonominin aleyhine olur’ açıklamasını yaptı. Elbette bu çıkış sırasında olayı speküle ederek ekstra para kazanmak isteyenler vardır. Ama çıkışı söylenti sanıp, spekülasyon olarak değerlendirmek, bu iktidarın halen bir arpa boyu yol gitmediğini gösteriyor.
Üstelik bu açıklamayı yaptığı sıralarda İspanyo BBVA Bankası’nın Ceo’su Francisco Gonzalez yatırımların yeniden Avrupa’ya dönmeye başladığını açıklıyor. Yani bizim ekonomi yönetiminin gözüne sokuyor. IMF raporuyla, G20’nin hemen öncesinde gelişmekte olan ülkelerdeki yavaşlamaya dikkat çekiyor. Ama model halen aynı: “Nayır, Nolamaz…”
Bir ülkede yöneticiler sorunu kabul etmiyorsa, çözüme sıra gelmez ki… Doğal olarak devekuşu sendromu içerisinde düz duvara son hız gidiyoruz. Oysa sürücü aracın durumunu kabullense ve duvara çarpmak üzere olduğu bilse, frene basar, vites küçültür, yani eyleme geçer. Bizimkiler zannedersin boğazda piyasa yapıyor.
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Ali Babacan nihayet ortaya çıkıp, durumu değerlendirdi. Söylemlerine baktığınızda makyözlüğe devam etse de, hiç olmazsa durumun farkında olduğunu anlıyorsunuz. En azından kendisi Başbakan, Ekonomi Bakanı ve ihtiyaç duyanlara biraz ders versin.
Çünkü bunlar aldılar bulutun gazını, Türkiye’yi uçuruma sürüklüyorlar. Yani ‘Nayır, Nolamaz’ ifadeleriyle film çevirirken, bunların bu çağda çok da hoş olmadığının farkına varamıyorlar. Üstelik dikkat etmek gerekir. Çünkü bunlara yol gösteren ve akıl veren de hafif Nuri Alço kokuyor.