Kriz yine güncel bir sözcük haline geldi. Geçen hafta bu konuya girip Türkiye’nin mevcut durumunu deÄŸerlendirmiÅŸtim. Yeri gelmiÅŸken ‘finansal kriz’ bölümüyle ‘Nasıl oluyor da oluyor?’ dizisine devam ediyorum. Önce sözünü ettiÄŸim yazımda verdiÄŸim kriz tanımını küçük bir deÄŸiÅŸiklikle yeniden vereyim.
DeÄŸiÅŸiklik, parantez içindeki ifadenin eklenmesi: Kriz deyince “mevcut kırılganlıkların tetikleyici bazı ÅŸoklar nedeniyle iÅŸsizlikte belirgin bir artışa ve ekonomik küçülmeye (ya da durgunluÄŸa) yol açmasını” anlıyorum. Farklı bir ifadeyle, ekonomide bazı kırılganlıklar olması gerekiyor. Yetmez, bazı tetikleyici ÅŸoklar yaÅŸanmalı. Bunlar dış kaynaklı da olabilir yurtiçinden de gelebilir. Bu ÅŸokların kırılgan alanlarda yaratacağı tahribat nedeniyle, ekonomik küçülme (ya da durgunluk) ve iÅŸsizlik artışı görmeliyiz. Elbette bu tanımda da eksiklikler var; ama çoÄŸu krizde yaÅŸananları kapsadığını düşünüyorum.
Bu tanım kapsamına tam anlamıyla sokamayacağımız krizler de olabilir. Mesela sabit döviz kuru rejimi uygulayan bir ülkede yüksek bütçe açığı olsun. Bu açık bir süredir devam etsin ve ileride de kapanacağı yolunda bir belirti olmasın. O ülkenin merkez bankası bağımlı bir merkez bankası olsun; yasası gereÄŸi bütçe açıklarını finanse etmek üzere hazineye kredi açma yükümlülüğü bulunsun. Bu ülkede söz konusu yasal ‘olanak’ hazine tarafından sonuna kadar kullanılıp, bütçe açığı merkez bankasına para bastırılarak finanse edilsin.
Bu tür bir maliye politikasının, sabit döviz kuru rejimi ile temelde uyumsuz bir politika olduğu açık. Bu ülkede sisteme talep edilmediği halde çıkan para dövize yönelir ve artan döviz talebi nedeniyle kur yükselme eğilimi gösterir. Merkez Bankası da sabit döviz kuru rejimini korumak için naçar döviz satmak zorunda kalır. Süreç içerisinde merkez bankasının döviz rezervi erir, rezerv bir alt eşik değere inince de sabit döviz kuru rejimi kendiliğinden çöker ve döviz kuru sıçrar.
Böyle bir ülkede kriz çok daha önce çıkar. İzlenen maliye ve para politikasının sabit döviz kuru rejimi ile uyumsuzluğunu anlayan ve döviz rezervlerinin eridiğini gören spekülatörler, döviz rezervleri o eşik değere düşmeden çok önce ellerindeki yerli para cinsinden mali varlıkları satıp dövize dönmek isteyebilirler. Bir anlamda aniden dövize hücum yaşanabilir bu ülkede. Bu hücum sonucunda da döviz kuru rejimi çökebilir.
Böyle bir ekonomide tetikleyici bir unsur olmasa da döviz kuru rejimi çökmek zorunda kalacaktır. Bu anlamıyla, bu tür bir kriz, yukarıdaki tanıma tam uymuyor. Ancak bu tür politikalar uygulayan ülke de pek kalmadı. Dolayısıyla bugünlerde ve yakın gelecekte böyle bir krizin yaÅŸanma olasılığı çok az. Kaldı ki bu tür bir ekonomide tetikleyici unsurlar yine devreye girip dövize hücum baÅŸlatabilir. Kısaca anlattığım açıklama biçimi, kriz yazınında ‘birinci kuÅŸak para krizi’ modelleri olarak adlandırılıyor.
Bu beni kriz sınıflandırmalarına getiriyor ki oldukça karışık bir alana adım atmış oluyorum. Genellikle para krizleri ve bankacılık krizlerinden söz ediliyor. Bankacılık krizleri, daha geniş ele alınıp finansal krizler olarak da adlandırılıyorlar. Şimdilik kabaca tanımlamak gerekirse; para krizinden kast edilen, dövize hücum şeklinde bir spekülatif atak sonucu döviz kurunun göğe sıçraması ve döviz kuru rejiminin çökmesi. Finansal krizden kast edilen ise, finansal sektörde bir deprem yaşanması ve sonucunda bazı finansal kurumların batması, kalanların da sermayelerinin önemli ölçüde erimesi. Çoğunlukla bunlar iç içe geçiyor. İkiz kriz diyenler de var bu birlikteliğe. Hepsine birden finansal kriz diyeceğim bu iç içelik nedeniyle.
Yukarıda verdiÄŸim tanımda ekonomik küçülme ve iÅŸsizlik artışından söz ettim. Dünyada yaÅŸanan krizleri ele alan çeÅŸitli çalışmalar var. Tanınmış bir çalışmada on dört önemli krizi inceliyor araÅŸtırmacılar: Ä°spanya 1977, Norveç 1987, Finlandiya 1991, Ä°sveç 1991 ve Japonya 1992 krizleri. Bunların dışında meÅŸhur 1997-1998 Güney DoÄŸu Asya krizi var: Endonezya, Filipinler, Kore, Malezya, Tayland. Hong-Kong krizini de katıyorlar bunlara. Daha sonra Kolombiya 1998, Arjantin 2001 var. Tarihten ise Norveç 1899 ve ABD 1929’u da inceliyorlar.
Bu krizlerde ortalamada milli gelir yüzde 9,3 oranında azalmış. Azalmayı kriz öncesi dönemle büyüme hızının en düşük olduÄŸu dönem arasındaki yıllar için ölçüyorlar. Ä°ÅŸsizlik oranı ortalama olarak yedi puan artmış. Bir örnek: geliÅŸmiÅŸ ülkelerin 2008 yılındaki ortalama iÅŸsizlik oranları yüzde 5.8. Euro Bölgesi’nde bu oran iki puan daha yüksek. Dolayısıyla, krizlerde iÅŸsizlik oranlarında çok yüksek bir artış olduÄŸu hemen belirginleÅŸiyor. Vurgulanması gereken bir diÄŸer nokta, ekonomik küçülme döneminin bu krizlerde ortalama 1.9 yıl sürmüş olmasına karşın, iÅŸsizlik artışının 4.8 yıla yayılmış olması.
Sürdüreceğim.