Türkiye’nin beni en şaşırtan yanı dengesizliklerle dolu her dönemden servet biriktirerek çıkmasıdır.
Türkiye ekonomisi 2011’in ilk dokuz ayında yüzde 9,6 büyüdü. Aynı dönemde Çin yüzde 9,4, Hindistan ise yüzde 7,4 oranında büyüdü. İlk on ülkenin sekizi Çin, Hindistan ve onların tedarikçileri. Kalan ikisi ise nevi şahsına münhasır ülkeler: Türkiye ve İsrail. Şimdi lafı uzatmadan ilk soruya geçeyim: Türkiye’nin 2011’in ilk dokuz ayında yüzde 9,6 büyümesi iyi midir? El cevap: Her tür büyüme elbette iyidir. Sel gider, kum kalır. Her büyüme ekonomide servet ve kaynak birikimine katkıda bulunur. İkinci soru şudur: 2011 yılının hızlı büyümesi, 2012 yılının da büyüme açısından iyi geçeceğine mi işaret etmektedir? El cevap: Hayır. Üçüncü soru: Peki, 2011’de büyüme ile artan servet ve kaynak birikimini bugün ne yapmak gerekir? El cevap: 2012 kışına karşı bir kenara ayırmak gerekir. Yatırım yapmayıp, mümkün olduğunca likit kalmakta fayda vardır. Kötüden iyiyi çıkarma görevi yine herkesin kendisine aittir. Kamu idaresinden hatadan başka bir şey beklememekte fayda vardır. Bu 2012 için ilk kuraldır.
Yıllar önce 2001 krizinde, toplantı üzerine toplantı dolu o günlerde, rahmetli hocam Prof. Dr. Merih Celasun’dan şunu öğrendim. Merih Bey, bana, “Sakın ola ki ‘Bu kriz çok derin, çıkışı zor’ diye ortalarda dolaşma” demişti. “Türkiye’nin beni her zaman şaşırtan yanı, dengesizliklerle dolu her dönemden servet biriktirerek çıkmasıdır. Dün ekonomide bir dizi dengesizlik vardı. Ama toplumun her kesimi o günden bugüne ev, araba, yazlık, banka hesabı cinsinden bir servet biriktirerek geldi. Şimdi o servetin bu krizden nasıl etkilendiğini dikkate alarak meseleye bak” diye uzun uzun anlatmıştı. O döneme rengini veren ‘servet etkisi’ tartışmalarında hep aklımdaydı. Bugün de aklımdadır. Vaziyete şöyle bakın: Türkiye ekonomisi, 2012 yılının getireceği zorlukları, 2011 yılı büyümesi nedeniyle daha hazırlıklı karşılayabilme imkânına sahiptir. Eğer mal ve mülk sahipleri sükûnetlerini muhafaza edebilirlerse elbette. Şimdi çoğaltma değil, koruma zamanının başındayız. Rakamlara bakarken bazı sayın bakanların ne dediğini sakın ola ki dinlemeyin. Bu da 2012 için ikinci kuraldır.
Üçüncü kural ise şudur: 2012 yılına bakarken Maynard’ın (John Maynard Keynes) uyarısını aklınızdan çıkarmayın. Üstat, Paris Barış Konferansı sırasında kaleme aldığı notlarını 1919 tarihli ‘Barışın İktisadi Sonuçları’ adlı eserinde toplamıştı. Notlar yalnızca birinci savaştan ikincisinin çıkacağını öngörmez. Giriş paragrafı insanlığın durumu ile ilgili unutulmaz bir uyarıdır:
“Çevreye uyum sağlayabilme gücü insanoğlunun belirgin bir özelliğidir. Batı Avrupa’nın son çeyrek yüzyılda içinde bulunduğu iktisadi yapının olağan dışı, istikrarsız, karmaşık, güvenilmez ve geçici nitelikte olduğunun pek azımız farkında. Son dönemdeki olumlu gelişmelerin normal, kalıcı ve güvenilir olduğunu zannederek planlarımızı buna göre yapıyoruz.”
İşte bugünkü zorluğumuz da buradadır. Bugün olanı koruma konusundaki temel zorluk, türümüzün bu ‘çevreye uyum sağlayabilme’ özelliğidir. Bu özellik, ortamın dengesizliklerini sorgulamayı güçleştirir. Anormalin normal görülmesini sağlar. Halbuki yüzde 9,6 politika hatasıdır ve sürdürülemez. Bu da 2012 yılı için üçüncü kuraldır.
Soru dört: Yüzde 9,6’lık 2011 büyümesi bize ne demektedir? El cevap: Reel faiz oranı hâlâ eksi 2’lerde dolaşan bir ekonomi, büyüme rekoru kırar. Demek ki neymiş: Faizi düşürerek, parasal sıkılaştırma olmaz. Soru beş: Türkiye ekonomisi 2012 yılına daha hazırlıklı girebilir miydi? El cevap: Evet. Ama bu saatten sonra, son pişmanlık fayda etmez. Bundan böyle, unutmayın: Her koyun kendi bacağından asılır. Siz, Maynard’ın uyarısını, bir kenara yazın ve aklınızda tutun. Hata yapmayın.
Gittiği davette, gördüğü alakanın kendisine değil de giydiği kürke olduğunu bilen Nasrettin Hoca’nın, ana masada oturup en güzel yemeklere ve iltifatlara boğulurken gerçeklikle alakasını kesmemek için bir yandan çorbasını kaşıklayıp, bir yandan da “Ye kürküm ye” demesi gibi hep tekrarlayın: Sürdürülebilir olmayan sürdürülemez.