Mahfi Eğilmez’in bugünkü yazısı
Herkese Göre Farklı Yapısal Reform Olmaz
Yapısal reformlar son dönemde en çok kullanılan ifadelerden birisi oldu. Ekonomiyle ilgili ya da ilgisiz herkes yapısal reformlardan söz ediyor. Ne var ki herkes bu ifadeyi aynı anlamda kullanmıyor. Kimisine göre bir yasada yapılacak değişiklik yapısal reform anlamına geliyor, kimisine göre yasalardaki değişiklikler yetmiyor sistem değişikliği olması gerekiyor, kimisi yapısal reformu sadece ekonomiyle sınırlı tutuyor, kimisi siyasal ve sosyal alanları da kapsaması gerektiğini ileri sürüyor. İlk kez nasıl ve hangi çerçevede kullanıldı bilmiyorum ama bu ifadeyi yaygınlaştıran kurumlar IMF ve Dünya Bankası idi. Bu iki kurum bu ifadeyi ekonomik çerçeveyle sınırlı olarak kullandılar. Onu da piyasa sistemine geçiş, dalgalı kur uygulaması, vergiler ve harcamalar açısından kamu mali disiplininin sağlanması, sağlıklı ve denetlenebilir bir bankacılık sistemi kurulması, ödemeler dengesinin imkanlara göre yürütülmesi gibi konulara bağlayarak açıkladılar. O nedenle şimdi yapısal reform denildiği zaman konuyu bu çerçevede öğrenenler sadece ekonomik reformları düşünüyorlar.
Yapısal reformların niteliği ve kapsamı ülkelerin durumuna göre farklılık gösterir. Mesela demokrasi sorunu olmayan, yasama, yürütme ve yargı güçlerini ayırmayı, yargıyı bağımsız kılmayı başarmış, eğitimde ileri gitmiş ama ekonomide bazı sorunlar yaşamaya başlamış ülkeler için yapısal reformlar ekonomiyle sınırlı olabilir. Buna karşılık ekonomik sorunu pek olmayan ama gelişme yarışında diğer ülkelerin gerisinde kalmış bulunan bir ülkede sorun eğitimin iyileştirilmesine yönelik yapısal reformlarla sınırlı olabilir. Bu alanların hepsinde sorunları olan ülkelerde yapısal reformlar bu alanların hepsini kapsamak zorundadır. Bu çerçeve IMF ve Dünya Bankası’nın çizdiği çerçeveyi çok aşar. Bu iki kurum, hiçbir zaman destek sağlayacakları bir ekonomide demokrasinin geliştirilmesi, yargının bağımsız hale getirilmesi, eğitimin iyileştirilmesi gibi konularla ilgilenmez bu konulardaki ilerlemeyi koşul olarak ileri sürmezler. Yalnızca IMF’nin yapacağı stand by düzenlemelerinde Merkez Bankası’nın ve diğer bazı kurumların bağımsızlık sorununa değinilebilir. O da zaten ekonomi yönetimiyle ilgili bir sorundur.
Oysa Türkiye gibi bu sorunların hepsinin yaşandığı bir ülkede yapısal reformlar ekonomiyle sınırlı kalamaz, sistemin tümünü kapsamak zorundadır. Benim savunduğum yapısal reformlar bu tür kapsamlı bir çerçeveyi içerir. Bir ülke gelişmek, ileri gidebilmek için mutlaka demokratik olmak, mutlaka yasama, yürütme ve yargıyı ayrı yerlere yerleştirmek, mutlaka yargı bağımsızlığını oturtmak zorunda değildir. Öyle olsa Çin, Güney Kore gibi ekonomilerin son yıllardaki büyük atılımını açıklayamazdık. Ama bir ülke 200 yıldır demokrasi yoluna girmek istiyorsa o yolda gerekenleri yapmalıdır. İkide bir durup “acaba farklı bir sistem mi kursaydık” sorusunu sormamalıdır. Eğer bir ülke Avrupa Birliği’ni hedeflemişse o birliğin gerektirdiği alt yapıyı da kurmalıdır. Sürekli sistem değişiklikleriyle uğraşan bir ülke sistem kuramaz. Bunun en tipik örneği Türk Milli Eğitim sistemidir. O kadar çok sistem değişikliği yapılmıştır ki ortada bir sistem olup olmadığı bile belirsiz hale gelmiştir.