Bu haftaya küresel gelişmelerin ve bir anlamda küresel borsa paniğinin etkisiyle başladık.
Dün borsada düşüş bir ara yüzde 5’i geçerken, gösterge faiz yüzde 11.33 seviyesine geldi. Döviz sepeti adını verdiğimiz yüzde 50 euro ve yüzde 50 dolardan oluşan sepet dün tarihi rekor kırarak 3.21 seviyesini gördü. Yani TL tarihinin en büyük değer kayıplarından birini yaşadı.
Neler oluyor?
Elimden geldiğince basit anlatmaya çalışacağım. 2008’de küresel kriz oldu. Bunun üzerine ABD Merkez Bankası yaklaşık 3.5 trilyon dolar bastı. Ama bu paraları ABD halkı yeniden borçlanmak istemediği için almaya yanaşmayınca yıllık yüzde 0.25’in altında faiz oranlarıyla bu parayı alan bankalar, yüzde 0.50 veya daha yüksek faizlerle fonlara sattı. Fonlar, “Acaba nereye yatırım yapsak” diye etraflarına baktıklarında, küresel krizden pek etkilenmemiş ve hâlâ büyümeye devam eden gelişmekte olan ülkelere girdiler. Bu sayede, diğer gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi, kriz bizi de teğet geçti. 2010’da yüzde 8.95 büyüdük ardından 2011’de yüzde 8’e yakın büyüdük.
Bu paraları borç alıp bizim halkımıza veren bankaların kârları da patladı. Başkasının parasıyla keyif sürmeye başladık. Baktık ki; 2012 yılına gelindiğinde cari açığın GSYIH’ye oranı yüzde 10’u geçiyor, hemen frene bastık ve faizleri şok bir şekilde artırdık. “Uçak indi mi”, “Ne zaman kalkışa geçecek” gibi söylemler o döneme aitti. Siyasiler, başta o dönemin Ekonomi Bakanı Sayın Zafer Çağlayan olmak üzere, Merkez Bankası’na yüklenmeye başladı. Uçağı yeniden havalandırmasını istediler. Ama Ali Babacan buna izin vermedi ve Merkez Bankası ve BDDK doğru olan işleri yaparak, halkın fütursuzca borçlanmasının önüne geçmek için bir dizi tedbirler aldılar (Kredi kartlarına sınırlama, bankalardaki tüketici kredilerine sınırlama vs…) O sırada buna makro ihtiyati tedbirler adı verildi. Sonuç olarak, 2013-2014 içinde cari açık küçülmeye başladı ama tüketim kısılınca büyüme yüzde 3’lerin altına düştü.
Bugün Gazetesi’ndeki köşe yazımın devamı için TIKLAYINIZ.