Fransa’nın CEO’su Nicolas Sarkozy, kapalı kapılar ardında bir konuşma yapmış.
Yaptığı konuşmayı da Fransız Cumhurbaşkanlığı Basın Bürosu kamuoyuna açıklamış. Pekiyi, madem açıklanacakmış niçin konuşma “kapalı kapılar ardında yapılmış” diye sormayın. Bunların hepsi ilgi çekmek için kullanılan propaganda teknikleridir. Yerseniz tabii! Neyse, Sarkozy şunları söylemiş: “Fransa’da ekonomik durum Avrupa’da olduğu gibi çok vahim. Durum acil! Fransa’nın asıl rakibi Almanya’dır. Fransa’da işçilik maliyetleri 2000-2009 arasında % 20 arttı. Almanya’da ise bu oran % 7. Fransa’da ayda 2 bin 500 Euro kazanan bir işçinin işverene maliyeti Almanya’nın iki katıdır.”
Sarkozy bu girişten sonra, Fransız sanayi firmalarının rekabet gücünü arttırmak için, sağlık ve emeklilik sigortalarının işverene tahmil ettiği yükün azaltılması buna karşılık KDV ve ÖTV oranlarının arttırılmasını önermiş. İşçi sendikalarının yöneticileri Sarkozy’nin lafı evirip çevirip sonunda “Fransız ekonomisinin rekabet gücünü arttırmak için, devalüasyon yapamayacağımıza göre maaş ve ücretler düşmelidir”e getireceğini çakmışlar. Derhal “Fransız sanayi firmaları kâr etmeye devam ederken, ekonomik krizin bedelinin işçilere ödetilmemesi gerekir” diye tepkilerini ortaya koymuşlar.
BİRİM ÜRÜNDE EMEK MALİYETİ
Yukarıdaki haberi gazetemizde okudum. Sarkozy’nin konuşmasında, işçilik maliyeti 9 yılda Almanya’da % 9, Fransa’da % 20 artı diye bir ibare var. Herhalde doğrudur. Ancak bu oranlar, Fransa’da işçi saat ücretinin, Almanya’dan yüksek olduğu anlamına gelmez. Kaldı ki; iki ülkenin rekabet gücünü kıyaslarken, kullanılması gereken ölçüm “işçilerin giydirilmiş saat ücreti” yani “bir işçinin işverene maliyeti” değil “birim üründe emek maliyeti”dir (unit labor cost). Bu fark çok önemlidir. Rekabet gücü, Çin ve Hindistan’da olduğu gibi, düşük işçi ücretleriyle sağlanabildiği gibi, işçi ücretlerinin yüksek olduğu bir ülkede, hem “yükte hafif/pahada ağır”lar mallar üreterek hem de “birim üründe emek maliyeti” düşürülerek sağlanabilir. Bu da ürün ve üretim mühendisliği çalışmalarıyla sağlanır. Almanların bu konuda çok becerikli olduğu kesindir. Aksi takdirde, saat ücretleri bakımından dünyanın en pahalı işçilerini çalıştıran Almanya’nın 84 milyonluk nüfusuyla yılda 190 milyar dolar “Cari İşlem Fazlası” vermesi mümkün değildir. Bir çalışkanlık efsanesi olan Çin, 1.5 milyar nüfusuyla ve çok düşük işçi maliyetiyle yılda sadece 260 milyar dolar cari fazla vermektedir.
BAŞKA KAPIYA BAŞKA KAPIYA GİT!
Kişi başına milli gelirin yüksek olması, o ülke ekonomisinin sağlıklı olduğunu kanıtlamaz. Nitekim bugünlerde ekonomisi sorunlu ülkelerin hemen hepsinde kişi başına milli gelir dünya ortalamasının çok üstündedir. Krizler, davul çalarak olmasa bile ıslık çalarak gelir. Siyasiler bu ıslıkları duysalar da “halkı düşündükleri için (?)” önlem alamazlar. Çünkü kriz önleyici önlem paketleri, hem “gelirleri düşürür” hem de “birikimleri aşındırır”. İnsanlar, gelir ve servet kaybına “efendi efendi razı olmaz”. Faturanın kendilerine doğru geldiğini hemen anlar; sokaklara çıkıp hükümete “Başka kapıya! Başka kapıya” diye bağırmaya başlar. O zaman iktidarlar, “bu nümayişler benden atlasın kimde patlarsa patlasın” der, çözümü erteler. Ama halk bilmelidir ki, gidilecek başka kapı yoktur.
Son Söz: Krizde her kapı çalınır.