Anlayabildiğim kadarıyla kara gözlükleri siyasetçiler takmış, bizler de pembe gözlük takmışız gibi bir durum oluşmuş.
Hemen her köşede kriz konuşulur oldu. Çoğunluk müstakbel bir küresel krizin bizi nasıl etkileyeceğini konuşsa da arada bir bizde küresel krizden yarı bağımsız bir kriz çıkacağını söyleyenlere de rastlanıyor. Öyle ya da böyle hemen herkes bir kriz beklentisine girdi. “Yok canım, ne krizi, panik yapmayın” diyenler de en son hükümet yetkililerinin “Kriz kapıda, ona göre davranın” biçimindeki açıklamasının ardından kuşkuya kapıldılar.
Kara gözlüklüler çetesi
Eskiden bırakın kriz sözü etmeyi, “Durum parlak değil” diyen iktisatçılara bile rahmetli Özal’ın yakıştırdığı bir deyimle ‘kara gözlüklüler’ denirdi. Kara gözlüklüler arasında ön saflarda olan iktisatçı, yanlış hatırlamıyorsam Osman Ulagay’dı. Aslında hep doğruyu yazmaya özen gösterdiği için bu unvana layık görülen Ulagay’ın o tarihlerde gerçekten de siyah çerçeveli gözlükleri vardı. Onun içindir ki çıkıp da “Ben kara gözlüklü değilim” dese bile kimseyi inandıramazdı. Zamanla devirler değişti, biz de yazar olduk ve kendimizi birden ‘kara gözlüklüler çetesinin’ üyesi bulduk. Benim gözlüklerim beyaz metal çerçeveye sahipti ama çeteye dahil olmuştuk bir kez. Şimdilerde roller değişti. Artık hükümet yetkilileri ve iktidar partisinin önde gelenleri kriz uyarıları yapıyor, kara gözlüklüler çetesinden geri kalanlar “Aman panik yapmayın, ortada kriz yok, olsa da bizi çok etkilemez” diyor. Yani anlayabildiğim kadarıyla kara gözlükleri siyasetçiler takmış, bizler de pembe gözlük takmışız gibi bir durum oluşmuş. Hangi arada bu gözlükler birbirine karıştı, doğrusu bunu çıkaramıyorum.
Uzunca bir süredir ‘mini krizler’ yaratarak TL’nin değerinin düşürülebileceğini yarı şaka yarı ciddi anlatıyorum. Ve yetkililer de bu tavsiyeme arada bir uyuyorlar. Şimdi kriz beklentisinin çapını büyüterek harcamaları denetlemeye kadar vardırdık işi. Yani bizim kurla sınırlı kriz politikası önerimiz giderek bir ‘heterodoks politika aracı’ halini almaya başladı. Baktık ki mevduat karşılıklarını ya da kredi karşılıklarını arttırmayla bir yere varamıyoruz, faizleri de arttırma şansımız yok, yani ortodoks politikalar işe yaramıyor, o zaman başladık kriz beklentisi yaratmaya dönük demeçler vermeye. Açıkça ifade etmem gerekir ki bugüne kadar beklenti yaratmaya yönelik bu politikaları iyi uyguladık. Ama bu her zaman da böyle gitmeyebilir. Bazen beklentileri yönetmek zorlaşabilir ve beklentiler yönlendirmeyi aşıp gerçekleşmeleri başka yönlere götürebilir.
Beklentiler gerçekleşmeyi yaratır
Kriz geliyor biçimindeki açıklamalar, özellikle hükümet yetkililerinden geliyorsa ciddi bir beklenti yaratabilir. Eğer bir toplumda 100 karar vericinin 60’ı kriz beklemeye başlarsa kriz olur. Kriz beklentisine girenler ne yaparlar? Kişiler harcamalarını durdurur, ilerideki zor günler için bir kenara para atmaya başlarlar. Kurumlar da benzer bir tasarruf hamlesi yaparlar. Bu durumda harcamalar azalır ve dolayısıyla gelirler düşer. Çünkü birilerinin harcamaları öbürlerinin geliridir. Bunun iki sonucu olabilir: (1) İthalat yavaşlar, cari açık azalır ve dolayısıyla en önemli sorunumuz yavaş yavaş hafiflemeye yönelir. (2) İnsanlar kriz geleceğini düşünerek birtakım önlemler almaya başlarlar. Örneğin işverenler işçi çıkarmaya, üretimi kısmaya gidebilirler. Şunu söylemek istiyorum: Kriz beklentisi yaratmanın hem olumlu hem de olumsuz sonuçları olabilir. Harcamaları kısalım, iç talebi düşürelim, cari açığı frenleyelim derken bambaşka sonuçlarla karşılaşabiliriz.
Gözlük değiştirirken dikkatli olmak gerekir. Hangi renkte olursa olsun başkasının gözlüğünü takanlar ortamı bulanık görürler.