Ülkede bir asgari ücret tartışması aldı başını gidiyor. Vaat edenlerin içinde kim verir, kim veremez bilemiyorum. Bir tarafta insanların bahsedilen rakamlarla bile ihtiyaçlarını göremeyeceği gerçeği, öte tarafta bunun finansmanının bulunup bulunamayacağı çelişkisi ortada duruyor.
Ama en azından herkesin ‘insanlar geçinemiyor’ fikrine odaklanmış olması bile gayet güzel. Fakat bu tartışmaların içinde dikkat çekici ve gözden kaçan bir unsur var ki, bunu tarihe not düşmek anlamında dile getirmez isek ayıp etmiş oluruz.
Biliyorsunuz bu fikri ilk bin 500 TL rakamıyla CHP seçimde vaat etti. O süreçte ekonomi yönetimi, hatta Başbakan, Cumhurbaşkanı, bunun ciddi bir maliyet olacağını, karşılanmasının mümkün olmadığını dile getirdiler. CHP de kendisine göre bir kaynak açıkladı. Bu kaynak ne kadar akılcı, ne kadar değil tartışılır.
Ama o zaman anladığımız, hatta Kılıçdaroğlu’nun son TÜSİAD toplantısındaki konuşmasında da gördüğümüz üzere, bunun kamu tarafından gerçekleşecek fedakârlıkla yapılacağının üzerinde duruluyor.
Bu mümkün mü; değil mi, ayrı bir tartışma konusu. Fakat milyarca dolara devlet garantisi verenlerin, yaşamaya çalışan insanlar adına bunu tartışılabilir yapmaması anlaşılabilir değil.
O süreçte malum hükümet kurulamadı ve tekrar seçime gidiyoruz. Şimdi de o dönem buna karşı çıkanlar, bin 300 TL vaat etti. Herkeste şöyle bir soru oluştu: “Hani verilemezdi?” Şunu açıkça söyleyeyim ki, AKP’nin kendi içinde çeliştiği bir konu yok.
Kaynak tartışmasını CHP ya da MHP için yapabiliriz. Çünkü o önerilerde kamunun vergi ve primlerde yapacağı sübvansiyon söz konusu; yani gerçekten kaynak gerekiyor. Ama AKP’nin bugün ortaya koyduğu bin 300 TL’lik asgari ücretle ilgili kaynağa ihtiyaç yok. Bu yüzden söyleminde çelişki yok.
Peki neden kaynağa ihtiyaç yok ve bunu nereden anlıyoruz? Önce bin 300 TL’nin verileceği zamandan… Bu oran Haziran 2016’da uygulanıp, Temmuz 2016’da çalışanın cebine girecekse, enflasyon hesabı yaptığınızda, bugün net bin TL olan asgari ücretin üzerine koyacağınız rakamlarla, o tarihte arasında 100 – 150 TL oynar ya da oynamaz.
Yani bunun anlamı ‘ben sana asgari ücret artışı vaat etmiyorum’dur. Doğal olarak maliyeti de çok az.
Gelelim ikinci kanıta… Onun da yanıtını Başbakan Yardımcısı Cevdet Yılmaz verdi. Katıldığı bir televizyon programında, asgari ücret artışının kamuda bir yük olmadığını belirterek yaptığı itiraf işin gerçek yüzünü ortaya koydu. Dedi ki:
“Kamuda belli bir yükü var ama kamu için net olarak bakarsanız bir gelir kaynağı aslında. Asgari ücret arttıkça vergi ve primler de artıyor, dolayısıyla kamu gelirlerine net olarak bir faydası var.” Yani bırakın sübvanse etmeyi, buradan gelir elde edeceklerini düşünüyorlar. Bu haliyle uygulanacak asgari ücret fabrikaları batırır. Bu adamlar konuyu hiç anlamamış.
Ne demişti Başbakan iş dünyasına? “Muhalefetin asgari ücret vaatlerine neden sessiz kalıyorsunuz.” Oysa o projede doğru ya da yanlış kamu yükü alıyor. Bu sistemde ise yük tamamen iş dünyasının sırtına yükleniyor ve bunun altından, bu haliyle kimse kalkamaz.
Şimdi ben de iş dünyasına soruyorum: Neden sessiz kalıyorsunuz?