Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmenliği’ni 1928 yılında kabul ettiği 24 Kasım, 1981 yılından beri Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor. Yani aslında gerçekten bize özgü günlerden biri… Dünyada öğretmenler günü 5 Ekim’dir.
O zaman bize özgü bu günde önce tüm öğretmenlerimizin gününü kutlayalım, ardından da bir öz muhasebesi yapalım. Hazreti Ali’nin ‘Bana bir harf öğretenin kırk yılı kölesi olurum’ demesinin üzerinden asırlar geçti.
Fakat bugünlerde kırk yıllık köle bulunmuyor. Eğer dünyanın bilgi çağını aştığı bir dönemde, bir ülkede öğretmenler gerekli saygıyı görmüyorsa, bunu masaya yatırmak gerekir. Atatürk’ün zamanında milletvekillerinin maaşının, öğretmenlerin maaşını geçmemesi üzerine sembolik olarak anlattığı bu önem, bugün toplumda yerini ne kadar koruyor?
Bu ülkede vazife başındaki öğretmenlerin büyük bir çoğunluğu meslekleriyle iktidarların dayatması arasında kalmışsa, gelecek yıllara ne kadar güvenle bakabiliriz? Sınıfı girdiğinde geçim sıkıntısını üzerinden atamayan, literatür takip edemeyen, veli karşısında eğitmen olarak gerekli saygıyı görmeyen bir meslek grubu ne kadar faydalı olabilir?
Elbette Cem Yılmaz’ın oyununda da dediği gibi ‘tüm öğretmenler de Kel Mahmut’ değil. Bu mesleği gerçekten içine sindiremeyen çok sayıda da insan var. Hemen onları suçlayıp işin içinden çıkabiliriz. Fakat bu kafayı kuma gömmek olur.
Bu ülkede insanlar doğru bilgiye ne kadar talep gösteriyor? Sadece okul yıllarında değil, sonraki yaşamında da ne kadar sorgulayıcı? Çıkarlarını doğruların kölesi yapamayanlar, doğruları reddetmeye başlar. İşte Türkiye’nin manzarası tam da bu…
Bugün Türk eğitim sistemi hızla parçalanmaya, yok edilmeye çalışılıyor. Farklı amaçlar içinde, bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanların hakim kıldığı bir toplum yapısının kökleştirilmesine uğraşılıyor.
Bunu engelleyecek ya da buna alet olacak kişi ise öğretmendir. Yani öğretmen bir toplumun geleceğe açılan kapısıdır. Nasıl bir anahtar ise, kilit de ona göre olur. Kitap okuma yüzdesinden, televizyonlardaki bilgi amaçlı programların talebine kadar yerlerde sürünüyoruz.
Hepsinin suçlusu olarak da öğretmeni görüp, suçun büyüğü bize aitken kendimizi aklıyoruz. Oysa işin ‘kral çıplak’ yanı bu toplumun bilgiyi reddettiğidir. Günlük çıkarlar ya da siyasi görüş uğruna doğrulardan vazgeçenlerin, bir süre sonra doğru bilgi talebi de yok olur.
Çocuklarının da doğrularla değil, kabullerle yetişmesini hedefler. Okullarda çocuklar öğretmen beklerken, atanamayan öğretmenler gerçeği içinde toplum can çekişir. Eğitimi bozulan ve yarına robotlar yetiştiren toplumun son fotoğrafı ise çok acıdır.
Bugün birileri çıkıp tarihi bilgileri saçmalayarak kürsüden anlatabiliyor ve bu seviye Türk Eğitim Sistemi’ne model oluyorsa, gelecek kuşakları kaybederiz. Çünkü saçmalayan yüzdesi artarken, ‘saçmaladığını söyleyenlerin’ oranı azalır. O toplumdan da ne köy olur; ne kasaba…