Son 40 yılda dünyada uygulanan ekonomik modelin en büyük faturasını ödemiş ülkelerden biriyiz. Kemer sıkmak bizim hayatımızın değişmez parçalarından biri oldu. Bilhassa 70’lerdeki petrol krizi ve sonrasında Kıbrıs odaklı olduğu söylenen ama esasen haşhaş ekimiyle ilgili uygulanan ambargo nedeniyle sıkıntı yaşıyoruz.
Ne var ki 80’lerden sonra büyüme modellerinin tüketime yönelmesi, 90’larla birlikte duvarın yıkılmasıyla tek kutuplu bir dünyanın ortaya çıkması, küresel sermayenin daha çok hissedilmesi, ülkeler üzerinde operasyonların sıklaştırılması, ‘insan’ kavramının hızla devreden çıkarılmasıyla birlikte bizim kaderimiz hiç değişmedi. Hep kemer sıktık…
Son 10 yılda ise bazıları zenginleşip, sermaye el değiştirirken vatandaşın payına düşen yine kemer sıkmaktı. Arada dağıtılan birkaç parça kömürle, beyaz eşyayı saymazsanız, aklını yitirmiş bir biçimde yaşanan krizlerde iktidarlar gitti, fatura hep önümüze kondu. Bu gerçek bu iktidar sonrasında da karşımıza gelecek.
Fakat mevcut iktidar tüm yaşananlara ilaveten bir de elde avuçta ne varsa satma eğilimiyle, yüksek faizle borç bularak, ithal malların Türkiye’de pazar bulmasına ortam hazırladı. Uygulanan kur politikasıyla yerli üreticinin beli kırılırken, yılları sair iş yapanlar değiştirilen ihale sistemleri, alım modelleri ve piyasalardaki ‘maliye sopalı’ baskı ile devre dışı bırakıldı.
Ama sokaktaki insanın payına düşen hep aynı oldu: Kemer sıkmak. Enflasyonist dönemlerde enflasyonun altında kalan, enflasyonun düştüğü bu süreçte de rakamsal oynamalarla vatandaşın enflasyonunun çok altına çekilen gelire darbe politikasıyla sıkıntının boyutu hep arttı.
Çıkış sokağa ve vatandaşa sorun: Gerçekten geçinebiliyor musunuz? Aklını yitirmiş partizanların dışında herkes borcu olduğundan, geçinemediğinden, son 5 yıldır maaş zammı almadığından, kamudaysa sözleşmeli personel haline getirildiğinden, iş güvencesinin olmadığından ya da işsizliğinden bahsedecektir. Bu iktidar da gidecek ve ortaya çıkardıkları büyük faturayı ödemek yine bu ülkenin vatandaşına kalacak. Partili olsa da olmasa da… Fakat bakın 2008 yılındaki soygundan sonra güç duruma düşen, teknik olarak iflas eden Yunanistan’da ne oldu?
Bir gurup yurttaş, kemer sıkma politikalarının insanlık suçu olduğu iddiasıyla kendi devletini Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne dava etti. Soykırım da iddialar arasında var, ama bu amacını aşan bir ifade. Fakat kemer sıkmanın insanlık suçu olup olmadığını gerçekten tartışılmalı. Ama gerçek suçlunun küresel bankerler ve onların işbirlikçileri olduğu ortaya çıkarılacaksa.
Bu davadan bir şey çıkar mı, çıkmaz. Ama önemli olan burada vatandaşın yaşananlara gösterdiği tepkidir. Bunun örneğinin bizde yaşanması mümkün değil. Çünkü bizim için devlet kutsaldır ve ele şikâyet edilmeyecektir. Fakat bari içte sesinizi çıkarın. Çıkarmazsanız ne oluyor biliyor musunuz?
Erzurum’da ölen TEDAŞ işçisi hatırlayacaksınız. Hani göletteki arızayı gidermek için görevi başında boğulan. Bırakın tazminatı, bir de ailesinin elektriğini kesiyorlar. Üstelik sadece 34 TL için… Artık durup, düşünmenin zamanı gelmedi mi?