AKP Genel Başkan Yardımcısı Bülent Gedikli’nin itiraf niteliğindeki kriz uyarısı sonrasında umutlanmıştık. İlk kez iktidar kanadının geç de olsa gerçeklerle yüzleşeceği ve topluma dürüst davranacağı umudu yeşermişti.
Fakat hemen akabinde yapılan açıklamalar, yine problemlerin ülkeden gizlenme eğiliminin devam ettiğini ve sıkıntıların halının altına süpürme alışkanlığından vazgeçilmediği gösterdi. Gedikli’nin ‘harcama yapmayın’ uyarısı son derece yerindeydi. Bu paranızı cebinizde tutun ve hiçbir şekilde tüketim yapmayın’ anlamına gelmiyordu.
Diğer AKP kurmayları gibi Gedikli de biliyordu ki, kimse cebindeki parayı harcamıyordu. İşsizlikten geçim derdine uzanan geniş yelpazede kredi kartları başta olmak üzere insanların çaresizce kullanımı söz konusu idi. ‘Tamam’ dedik… ‘Bu sefer gerçekten sorunu kabul edecekler’ diye düşündük. Zira bu aşama çözümün konuşulabilmesi için büyük önem taşıyordu.
Fakat ardından iki açıklama geldi. Bunlardan birincisi, eski entelektüel tavrına inat, son dönemde cari açık ve ekonomi konularındaki hayali yaklaşımlarla bir süredir kamuoyunu meşgul eden Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’a aitti. Kendisinin de Ekonomi Koordinasyon Kurulu’nda bulunan bakanlardan biri olduğunu hatırlatıp ‘Harcamayın’ diye bir tavırlarının olmadığını söyledi.
Oysa Çağlayan, Gedikli’nin neyi kast ettiğini bal gibi biliyordu. Fakat bu açıklamadan anladık ki, vatandaşın borçlu, çaresiz ve iflasa sürüklenen yapısı EKK’nın gündeminde yok. Anlaşılıyor ki, onlar tıpkı 2008’deki gibi ‘gelen krizi öngörememekle’ meşguller… Çünkü Çağlayan’a göre kriz kelimesi literatürden çıkıp, çöpe atıldı. Bakan Çağlayan dikkat etsin de ekonomi kendisine bir ‘geri dönüşüm sürprizi’ yapmasın.
İkinci açıklama ise Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Nihat Ergün’e aitti. Ar-ge, yeniden yapılanma, teknoloji üretimi gibi konulardaki kısmen vizyonel bakış açısıyla, kabineden ayrı tuttuğum Bakan Ergün de beni hayal kırıklığına uğrattı.
Türkiye’nin kendisinden kaynaklanacak bir sorunla karşılaşmayacağını ifade eden Ergün, asıl sorunun yapısal bozuklukta olduğunu göz ardı ederek, problemi ‘hesapsız ve kitapsız davranmaya’ bağladı. Kısmen haklılık payı olsa da, insanların niye hesabının bozulduğunu göz ardı eden bu yaklaşım ne sorunu çare olacak, ne de gelen sıkıntıyı bertaraf edecektir.
O zaman Bakan Ergün’e sormak lazım. Vatandaş hesapsız harcama yaparak, günlük geçimini temin etmenin, borçlarını döndürmenin yolunu arıyor. Peki ya devlet? Türkiye Cumhuriyeti çok mu hesabını biliyor?
Borcu borçla çevirmeyi politika saymış, sıcak para ile kendisini finanse eden ve batışa sürükleyen, katma değerli üretim yerine kumar ekonomisini esas alan, mükellefine ‘yolunacak kaz’ muamelesi yapan, ticaret yaptıkça açık veren ve toprağa gömülen milyarca dolarla sadece inşaat yapan bir ülkenin mantıklı harcama yaptığı söylenebilir mi?
Bazen dostlarımız ekonominin durumunu soruyor. Size çok basit bir sağlama vereyim. Türkiye’de sade vatandaşın içinde bulunduğu ekonomik açmazın çok daha ağır bir örneği kamuya ait… Özet şu: Topluca borçlanarak uçuruma gidiyoruz. Üstelik bunu yapmak için de elimizde ne var ne yok satıyoruz. Sizce bu ekonominin Yunanistan’dan ne farkı var? Bankacılık mı? Avrupa sıkıştığında sendikasyon kredileri ile ilgili gelişmeler ortaya çıktığında bunu bir kez daha konuşalım.
Lafın özü şu: İktidar Bülent Gedikli ile büyük bir fırsat yakalamıştı. Şimdi Ergün ve Çağlayan o fırsatın önünü kesti. Peki ne yapacağız? Hayaller diyarında gezmeye devam. Gerçekleşince hep beraber bağırırız: Hayaldi, gerçek oldu.