Başlık benim değil. Hürriyet Gazetesi’nin ekonomi sayfasından, Hülya Güler’in haberinden aldım. Ama, telif ödemek durumunda da değilim. Çünkü başlık benim olmasa da yaptığım bir konuşmayı özetlemek için kullanılmış. Benim yarım saatte ifade etmekte zorlandığım bir durum bir satırda ifade edilivermiş. Pek de iyi olmuş.
Durum şu. İş Bankası “İŞ’le Buluşmalar” başlığı ile periyodik toplantılar düzenliyor. Müşteri odaklı olarak yapılan ve DÜNYA Gazetesi’yle birlikte yürütülen bu toplantılar çoğunlukla Anadolu’da oluyor. Hem bankanın sunduğu imkanlar hakkında birinci elden bilgi veriliyor hem de önceden belirlenmiş konularda konuşmalar yapılıyor. Bu toplantıların çoğunda konuşmacı olarak yer aldım. Ekonomi hakkında düşündüklerimi anlattım.
Bu konuşmalar toplantılara katılanların ne işine yarıyor bilmiyorum ama benim işime yarıyor. Düşüncelerimi netleştirmeme yardım ediyor. Bu hafta İŞ’le Buluşmalar’ın 28. toplantısı İstanbul’da yapıldı. Ben de toplantıya konuşmacı olarak katıldım. Türkiye ve dünya ekonomisindeki son durumlara ilişkin görüşlerimi anlattım. Başlık bu toplantıdaki konuşmamı özetliyor.
***
Size de olur mu bilmiyorum. Bana bazen oluyor. Hani bir konuda düşüncelerinizi anlatmak için epeyce bir konuşursunuz da lafın sonunda “anlatamadım galiba” duygusu gelir yerleşir içinize. Çok konuşmaktan olsa gerek, ben bu tür duyguya sıkça kapılıyorum. Bu son toplantıda da konuşmam bittiğinde böyle bir duygu uyandı içimde. Dünyada neler olduğu, Türkiye ekonomisinin bunlardan nasıl ve ne kadar etkilendiği, önümüzdeki dönemde neler olabileceği gibi konularda konuşuyordum.
Daha önce bu sütunda yazdıklarımdan biliyorsunuz. Ağır doz karamsarlığa hiç yanaşmadım. Tersine, bu konulardaki gelişmeler ihtiyatlı bir iyimserliği gerektiriyor diye düşündüm hep. Ama son toplantıdaki konuşmamın ardından sanki dozu şaşırmışım, kaba saba bir iyimserlik sergilemişim gibi bir duyguya kapıldım. Hürriyet Gazetesi’nde Hülya Güler’in yazdıklarını görünce biraz içim rahatladı. Galiba öyle yapmamışım.
***
Şunu söylüyorum. Geçen yılın başında hem dünyada hem de Türkiye’de iyimserlik egemendi. Yılın sonuna doğru iş tersine döndü. Herkesin üstüne koyu bir karamsarlık çöktü. Oysa, 2011 yılı sonu itibariyle bu ölçüde bir karamsarlığı doğrulayacak bir çöküntü yoktu ortada. 2012 beklenti ve tahminlerini bu tür bir karamsarlık üzerine inşa etmek yanlış olurdu.
Durumu ihtiyatlı bir iyimserlik bazında değerlendirmenin doğru olacağını savundum. Karamsarlık yaratan temel tez büyüme beklentisi ile ilgiliydi. 2012 yılında büyümenin dünya ölçeğinde yaygın biçimde yavaşlayacağı, başta Avrupa olmak üzere bazı ülkelerde yavaşlamanın yere çakılma dozuna ulaşacağı söyleniyordu. Büyümenin yavaşlayacağı görüşü doğruydu ama yere çakılma tezini destekleyecek inandırıcı bir delil de yoktu ortada. Yani hava kapanacaktı ama kar da yağmayacaktı.
Bana kalırsa, Avrupa Birliği meselesi çok dar bir ekonomi kalıbı içinde algılanıyordu. Üstelik bu algı oldukça sığ bir siyaset analizi üzerine oturtuluyordu. Bu yaklaşımdan da olmadık felaket senaryoları üretiliyordu. Oysa AB 2011 Aralık ayı başında bir zirve yapmış ve sorunların aşılması yönünde eksik olan taşı, yani siyasi iradeyi, gediğine koymuştu. Üye ülkeler hem birliğe hem de euroya sahip çıkıyordu. Bu siyasi analizlerin ve ekonomi kalıbının daha gerçekçi zeminlere çekilmesini gerektiren bir adımdı. Nitekim zirve sonrasında tablo değişti. Yunanistan’ın borçlarını yeniden yapılandırmasının önünün açıldı.
Avrupa Merkez Bankası’nın muhafazakar yönetimi değişti, likidite sorunu aşıldı. Destek fonları konusunda önemli ilerlemeler sağlandı. İş “yangın duvarı” yapılandırılmasına kadar geldi. O tarihte zirveyi Avrupa sorununun aşıldığı şeklinde yorumladım. Yere çakılan bir Avrupa öngörüsü üzerine felaket senaryosu inşa etmenin manası kalmamıştı. Üstelik ABD’de de büyümeye ilişkin beklentilerin yükselmiş, FED de büyümeyi destekleyen tavrında ısrarlı olacağını açıklamıştı. Bu gelişmeler felaket senaryolarını iyice devreden çıkartıyor, yavaş tempoda da olsa büyümenin yolunu açıyordu.
Bu koşullarda durumu “Hava Güneşli Değil Ama Açmaya Meyilli” diyerek özetlemek gerçekçi bir değerlendirme oluyordu. Boşuna sıkılmışım. Hülya Güler’in özetlemesine bakılırsa ben de bunu söylemişim zaten.