Kazım ÇiloÄŸlu’nun bugünkü yazısı
Aklımıza seneyi devriyesinde gelen bir deprem anlayışımız var.
Ne kadar acı değil mi?
Üzerinden tamı tamına on sekiz yıl geçmesine karşın, hangi önlemler alındı derseniz?
Gelinen nokta tam bir felaket…
O dönemde İstanbul açısından bakılırsa, yeşil alan olarak bırakılan ve depremde toplanma yerleri olarak planlanan alanlarda, yüzde seksene yakın kayıp ve yapılaşma var!
Daha ne diyelim ki?
Yollar, köprüler, gökdelenler bir marifetmiş gibi yapıldıkça yapıldı, bunun doğal sonucu da birinci derece deprem bölgesi olan İstanbul ve beraberinde batıda Tekirdağ yönünde doğuda ise Gebze, İzmit, Sakarya hatta Düzce ye milyonlarca nüfus aktı!
Bu insan yoğunluğu ile depreme karşı alınan önlemlerde o derece arttı mı derseniz?
Görünen köy kılavuz istemez elbette, her şey gözler önünde ve ekranlara çıkanlar, kendisine mikrofon uzatan akademisyenlerde, bu güne özgü hamaset dolu söylemlerin ötesine gitmiyorlar…
Hala kentsel dönüşüm adı altında, şehir yeşilini azaltma ve nüfus yoğunluğunu hoyratça artırma peşinde koşacağız.
Bir iki gün açık oturumlarda bu gündemle diğer yaşamımızda ki çok daha şiddetli depremler dikkatten kaçırılacak ve bir yıl sonrasına kadar gene kulakların üstüne yatılacak. Bu arada bir bölgede arzu edilmeyen bir deprem olmazsa…
Oysa şu sıralarda 3+3 toplamda, 6 şiddetinde bir deprem, başta memurların olmak üzere ücretlilerin başına geldi ama kim önemsedi?
Bu şekilde devam ettiğimiz ve aklı, bilimi ve adaleti düstur etmeden yapılan davranışlar da, yer küre fay hatları binalarımızı, sosyal yaşama yansıyan, adaletsizlikler ve hakkaniyetsiz tek yanlı paylaşımlar da, sosyal fay hatlarını hareketlendirerek, yaşamımızı yerle yeksan edip, sosyal tsunamilere sebep olmaya devam edecektir!