Yarın İstanbul’un kurtuluşunun yıldönümü… Yedi düvelin gelip de İstanbul’u işgal ettiği, bizim de istiklâl mücadelesinin ardından dünyanın gözünün içine baka baka bize ait olanı geri almamızın üzerinden tam 89 yıl geçti.
İstanbullu bunun ne kadar farkında bilmiyorum. Hele ki bu sene bir de hafta sonuna geldi ki, çoğu insan tatil olmaması nedeniyle ıskalayacaktır. Elbette ülkemizin tamamının düşmandan temizlenmesinin önemi şehir şehir mukayeseye gelmez. Fakat bunların içinde İstanbul’un kurtuluşu sembolik bir anlam taşır.
Hem o dönem Osmanlı’nın başkenti olması, hem de işgalcilerin gelip buradan işgali yönetiyor olması, boğazın ortasına demirledikleri gemileriyle sembolik önemdedir bu şehir. Bu nedenle sadece İstanbullu’nun değil, tüm Türkiye’nin kutlaması gereken nitelik taşır.
Belki de 13 Kasım 1918’de gemilerin demirlediği günlerin sonrasında yaşanan İstanbul kavgası çok kritiktir. Ama asıl işgal, Erzurum ve Sivas Kongreleri’nin ardından gelen Misak-ı Milli Kararları’nı 12 Ocak 1920’de tüm dünyaya duyurulmasıyla yaşandı.
Ulusal And’ın kabulü işgalcileri harekete geçirdi ve 16 Mart 1920’de İstanbul resmen işgal edildi. İşte ne olduysa bundan sonra oldu. O zamana kadar sempatizan olarak ortada dolaşanlar, tam bir işbirlikçi haline dönüştüler. Bunun da başında İstanbul basını geliyordu.
Anadolu’daki mücadeleyi kötü göstermekten, işgal kuvvetleri komutanlarına methiyeler düzmeye kadar her türlü aymazlığı sergileyen bu basın yapısı, satılık kalemleri, korkakları, işbirlikçileri ile Anadolu’daki mücadeleyi yok saydı. Bazı kendini bilmezler de o günleri İstanbul basınının arşivinden inceleyince milli mücadeleyi göremedikleri iddia ediyor.
Oysa zafere kadar neredeyse milli mücadeleyi vatan hainliğiyle bir tutan bir zihniyetten bahsediyoruz. Sonra ne oldu biliyor musunuz? Kurtuluş Savaşı kazanıldı, 6 Ekim 1923’te İstanbul kurtuldu, bunlar ortadan kalkmadı. İşgal bitti, basın kaldı. Bu sefer de yeni gücün tarafından yer almaya başladılar.
Kısa süre öncesine kadar yazıp çizen onlar değilmiş gibi, aynı sahtekâr yaklaşımla, bu tarafa döndüler. Elbette içlerinde gerçek gazeteciler vardı. Tıpkı bugün olduğu gibi şüphesiz güce direnenler oldu, ama genel zihniyet ne yazık ki buydu.
Şimdi aradan geçen 89 yıl sonra bu zihniyet yine hortladı. Güce tapanlar, yine tapınacak bir güç buldular. Kimi zaman menfaat, kimi zaman gücün doğrusuna inanmak doğrultusunda kalemlerini oynatmaya devam ediyorlar.
Bu ülkenin değerlerini, mevcut iktidara uygun olarak ‘para’ üzerine oturtarak, her habere ‘globalleşme, dünya vatandaşı olma’ gibi dünyanın hiçbir yerinde uygulanmayan ama bize pompalanan masallarla yaklaşarak vicdanlarını rahatlatıyorlar.
Bunların içinde gazetecilikle ilgisi olmayıp, gazeteci diye hormonlanıp sunulanlar da var, koltuk korkusuyla gücün yanında yer alanlar da… İşin en acısı bunlar kendilerini öyle bir kaptırıyorlar ki, güce taparken kendi insanlarına doğruları söylemeyerek kötülük yapıyorlar.
Emin olun yarın güç değiştiğinde yine taraf değiştirecekler. Bugün doğruyu söyleyenler de yine doğruyu söylemeye devam ettikleri için kötü çocuk olacaklar. Hiçbir iktidar eleştireni sevmediği için de, o günün iyi çocukları yine onlar olarak bilinecekler.
Varsın olsun. İstanbul ve ülke düşman işgalinden kurtulsun da, iyi çocuklar onlar olsun. Ne demişti komutanlar? Vatan sağolsun. 6 Ekim İstanbul’un kurtuluşu kutlu olsun.