Son haftalarda yaşanan gelişmeler ve açıklanan veriler, 2012 yılının gerek dünya gerekse Türkiye ekonomisi açısından oldukça sıkıntılı bir dönem olabileceğine işaret ediyor. Belirsizlik ve kırılganlık artış eğilimi sergiliyor, güvensizlik büyüdükçe risk alma isteği azalıyor ve ekonomik daralma olasılığı kademeli olarak güçleniyor. Durgunluğun derinleşmesi veya bu durumdan çıkılması adına yeni parasal genişlemelerin zorlanması bu sonuçta etkili oluyor: her iki ihtüimalde de rekabet koşulları bozuluyor, faaliyet gelirleri azalıyor ve beklentilerle piyasaları yönlendirerek günü kurtarmak zorlaşıyor. İstikrarsızlığın risk alma isteğinden başlayarak önce sermaye hareketlerini ve daha sonra tüm değişkenleri olumsuz yönde etkileme olasılığı güçleniyor. Küresel soruna küresel uzlaşıya dayalı çözüm konusunda laftan öteye hiç birşey yapılmıyor olması da bu olumsuzlukları destekliyor, oluşan kısır döngüyü derinleştiriyor.
GeçtiÄŸimiz hafta genelinde finansal piyasalarda etkili olan eÄŸilimlere baktığımızda euronun diÄŸer paralara karşı deÄŸer kaybettiÄŸini, sermaye piyasalarının direnmeye çalıştığını ancak mevcut düzeylerini korumayı baÅŸaramadığını, altının öncülüğünde emtia fiyatlarının kısmen gerilediÄŸini görüyoruz. Bu tablo ikinci dip olarak tanımlanan yeni bir daralma dalgasının yola çıkmaya hazırlandığını, güven bunalımının artış eÄŸiligminde olduÄŸunu düşündürüyor. Fakat yılsonu nedeniyle iÅŸlem hacimlerinin düşüklüğüne bakarak daha dikkatli yorumlamak ve geliÅŸmeleri izlemek gerekiyor. BaÅŸta ABD olmak üzere finansal piyasalar AB’yi parasal geniÅŸlemeye zorluyor, onlar ise direniyor, üretmeye çalıştığı alternatifler ise itibar görmüyor, euro bölgesi üzerindeki baskılar arttıkça olumsuzluklar artıyor. YaÅŸanan veya taahüt edilen parasal geniÅŸleme ne boyutta olur ise olsun tatmin olunamıyor ve daha fazlası zorlanıyor. Dünya ekonomisi, enflasyonist baskılar ile deflasyonist olanlar arasındaki aralık daraldıkça hareket yeteneÄŸini kaybediyor, güven bunalımının etki alanı geniÅŸliyor. Herkesin kendi başının çaresine bakmaya yönelmesi ihtimali ise giderek güçleniyor. Bu durum tüm ekonomileri olumsuz yönde etkiliyor. Sistemik risk artıyor.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız koşullar, Türkiye gibi, büyümesi dış finansman imkanlarına bağımlı ve yapısal olarak sorunlu ekonomileri daha çok etkileyecek gibi görünüyor. Son bir yılda uygulamaya giren uygulamalara ve tercih değişikliklerine rağmen cari açığın anormal sayılabilecek düzeylere yükselmesi olumlu düşünmeyi engelliyor. Net tasaruf açığının oldukça ciddi bir sıkıntı yaşamadan makul düzeylere inemeyeceği yönündeki olasılık ise kademeli olarak artıyor, yumuşak iniş şansı azalıyor. Kredi hacmindeki artışın denetlenmesi konusunda mali sistemin isteksiz, siyasi iradenin ise kısmen kararsız veya kafasının karışık olması bu süreçte etkili oluyor. Bütçe gelirleri azalmadan ve ekonomi daralmadan cari açığı aşağı çekmenin mevcut koşullarda pek mümkün ve çok hedefli olunması ciddi sıkıntılar yaşatacak gibi görünüyor.
ÖrneÄŸin siyasi iradenin uygulamaya koyduÄŸu veya koymaya çalıştığı uygulamaların önemli bir kısmı bütçe gelirlerinin azalmasını önlemeye çalışıyor ve kredi hacminde geniÅŸlemeye gereksinim duyuyor. Kamu alacaklarının yapılandırılması, bedelli askerlik, 2-B kapsamındaki araziler ve deprem riski nedeniyle gündeme getirilen kentsel dönüşüm çalışmaları bu kapsamda deÄŸerlendirilebilir. Bu durumda sormak gerekiyor, cari açığı hızla aÅŸağı çekmekte ve kredi hacmindeki artışı bu amaca uygun olarak sınırlamakta ne kadar kararlıyız? EÄŸer öncelikle bütçe gelirleri azalmasın diyor isek cari açık küçülmeyecek, enflasyon baskıları azalmayacak, daşı finansman imkanlarının daralması durumunda geliÅŸmeler tümüyle kontrol dışına çıkarak ve telafisi imkansız hasarlar yaratacak. Yok eÄŸer önceliÄŸimiz cari açık diyor isek kredi artış hızının mutlaka denetim altına alınması, belli bir ekonomik daralmanın kabullenilmesi ve bütçe açığının artmasını önlemek adına kamu harcamalarının kısılması gerekecek… Belli ki pragmatik yaklaşımlarda limite dayanmasız ve kafamızdaki tilkilerin kuyrukları birbirine dolaşıyor ve bunu önleyemiyoruz!… Hal böyle olunca, kredi arzındaki geniÅŸlemeye iliÅŸkin örtülü kararsızlığın 2011 yılı cari açığının öngörülenden yüksek olmasında ve döviz kurundaki sıkıntı yaratan yükseliÅŸte etkili olduÄŸunu kabul etmemiz gerekiyor.
Veya gerçeÄŸi görmek için bu soruna farklı bir açıdan bakalım. 2002-2010 döneminde Türk Lirası’nın genelde deÄŸerlenme eÄŸiliminde olamsı, enflasyon ve faizlerin düşmesini, menkul ve gayrimenkul ÅŸeklindeki varlık deÄŸerlerinin artmasını saÄŸlamış, dış finansman imkanlarının çeÅŸitlendirerek artmasına katkı yapmıştı. Bu süreçte sanayi ve tarım kesimi gibi üretici sektörlerin durumu kötüye gider iken baÅŸta inÅŸaat olmak üzere hizmet sektörlerinin yıldızı parlamış, iç talep coÅŸmuÅŸ idi. Sürdürülebilir olmayan bu eÄŸilimler çok tehlikeli olmaya baÅŸlayınca her ÅŸey deÄŸiÅŸmek zorunda kaldı. Artık Türk Lirası deÄŸer kaybediyor, enflasyon ve faizler yükseliyor, menkul ve gayrimenkul ÅŸeklindeki varlık deÄŸerlerinin erimesini önlemek giderek zorlaşıyor ve dış finansman imkanları daralıyor. Küresel koÅŸullar olumsuzlaşır iken bu eÄŸilimleri yumuÅŸak iniÅŸ adına belli bir seviyede durdurmak pek mümkün olamıyor. Olumsuz etkilenecek sektörleri ve aşırı risk taşıyan bilançoları korumaya çalışmaya kalkınca durumumuz iyice kırılganlışıyor. Kısa vadeli spekülatif eÄŸilimler ile faaliyet dışı gelir yaratmak ise tam anlamı ile imkansızlaşıyor. En istemediÄŸimiz duruma düşmemek adına istediÄŸimiz bazı ÅŸeylerden vazgeçmek gerekir iken, kazanımların hepsini korumaya çalışır iken tümünü kaybetme riski kapıyı çalıyor…