Gündüzler torbaya mı girdi bilinmez ama, başımıza ne geliyorsa gece geliyor. Gündüz kayıkçı kavgasına ortam hazırlayanlar, gece yarıları yangından mal kaçırıyorlar. Üstelik ‘size ne lazımdı’ cinsinden torba yasalarla yapıyorlar bunu.
En son örnek mimar ve mühendislerin, yani iktidarın ‘her şeye itiraz ediyor’ dediklerinin yetkileri ellerinden alınmak için adım atıldı. Oysa itirazların tek nedeni, iktidarın bilimden ve hukuktan uzak işler yapması. Yerine estetik komisyonu kurulacakmış. Halen meselenin estetikten çok bilim, akıl ve hukuk olduğunu anlayamadılar.
Üstelik bunu gece yarısı operasyonuyla torba kanuna önerge olarak koydular. Geceleri çalışanlar genellikle hırsızlardır. Söz meclisten dışarı ama, yapılanlar meclisten içeri değil mi?
Grev yasağı getirirler; gece yarısı… Petrol Kanunu geçirirler; gece yarısı… Kıyak emeklilik yaparlar; gece yarısı… Bebek katilini affetmeye çalışırlar; gece yarısı… Çocuklarımız, insanlarımız ölüyor; gece yarısı… İnsanlar gözaltına alınıp, yok ediliyor; gece yarısı… Aklınıza ne geliyorsa, hepsini gece yarısı yapıyorlar.
Elbette parmak sayısı hesabıyla ve oy çokluğuyla… Sonra da bir çoğunda ‘muhalefet de oradaydı’ deyip işin içinden çıkıyorlar. TBMM TV’nin bile yayın saatlerini kısıtlayıp; değiştirdiler. Ne zaman yayından çıkılıyor, bizim için tehlike başlıyor.
Kapalı kapılar ardında parmak hesabı düzenlemeler yapıyorlar. İnsan sormadan edemiyor: bu meclis gündüz çalışmıyor mu? Neden tartışılması gerekenleri ya da anayasaya aykırı düzenlemeleri gecenin kör vaktinde yapmaya çalışıyorlar?
Sadece mecliste değil, sokakta da durum aynı. Bakın Gezi Parkı ile ilgili yaşananlara… Şafak vakti parka dalıp, ortalığı dağıtıp, çadırları yakmadılar mı? Tüm müdahaleleri gecenin bir vakti yapmadılar mı?
Nedir bu gecenin sırrı? Gündüzün ışığından mı korkuyorsunuz? Yoksa ülkenin aydınlanmasından mı? Torbası skandal, çalışma saati skandal, uygulaması skandal. Ama değişmeyen tek şey; her şeyin bir gece vakti hayatımıza giriyor olması. Peki bize ne düşüyor?
Temel uzun bir seyahate çıkar, yoluna gece de devam eder. Geç saatlerde mola verir ve karnını doyurmak için bir tesise girer. Tesisin lokantasında sadece bir porsiyon balık kalmıştır.
Tam o sırada kelli felli bir müşteri daha gelir ve balığa oda taliptir. Balık Temel’in hakkıdır ama adam pek bırakacak gibi değil; Temel’in de itiraz edecek cesareti yok. Aşçı devreye girer ve ikisine eşit pay etme fikrini söyler.
Adam bu paylaşıma razıdır; çünkü sonradan gelmiştir. Temel pek razı değildir, balığa bir bakar ve bunun yarısı beni doyurmaz diye düşünür. Sonradan gelen adama dönerek:
“Arkadaş bu balığın kafasını ben yiyeyim; gövdesini sen ye.” Adam işkillenir ve sorar: “Neden sen kafasını yiyorsun?”
“Balığın kafasını yiyince insanın kafası çalışır, akıllanır. O yüzden ben balığın kafasını yiyeceğim.” Adam atılır: “Olmaz kardeşim balığın kafasını ben yiyeceğim; gövdesini sen.” Temel itiraz eder: “Ağabey mümkün değil; ben gövdeyi sana bıraktım.” Adam hiddetlenir: “Uzatma ben yiyeceğim kafasını.”
Temel nihayetinde pes etmiş görünür ve gövdeyi indirir mideye; karnını doyurur. Adam ise doymamıştır ve Temel’e: “Bu işin içinde iş var. Sen beni kandırdın. Bak sen doydun; ben aç kaldım” der.
Temel: “Bak gördün mü nasıl başladın akıllanmaya. Dedim ya kafayı çalıştırır, hemen etkisini gösterdi.” Hadi şimdi siz karar verin. Balığın neresine talipsiniz?