Fatih Özatay’ın bugünkü yazısı
Söz konusu döviz kurundaki sıçrama olunca herkes ayağa kalkıyor; gerisi teferruat düzeyine iniyor. Bırakın bu düzeyde bir tepkiyi, bunun ben diyeyim beşte biri, siz deyin onda biri kadar tepki, ne işsizlik sıçradığında ne de enflasyon alıp başını gittiğinde veriliyor; onlar birer teferruat olarak görülüyor. Elbette bu davranış biçiminin geçmişte yaşadığımız krizlerin hala hafızamızda canlı olması ile çok yakından bir ilgisi var. Neredeyse kur sıçraması krizle eş anlamlı hale geldi ülkemizde. Doğru değil elbette; her kur artışına kriz demek mümkün değil: Kriz statüsünü “kazanabilmesi” için arkasından banka ya da şirket iflasları (ya da kapatmaları, el koymaları), işsizlikte sıçrama, ekonomide daralma gibi gelişmelerin en azından bir kısmının yaşanması gerekir.
Şüphesiz kur sıçramalarına karşı hassas bir ekonomiye sahipseniz, uzun süren kur sıçramalarının az önce saydığım gelişmelere yol açma ihtimali artar. Bu nedenledir ki, döviz kuru sıçramaları Türkiye’de (çok muhtemelen birçok ülkede de) merkez bankalarının üzerindeki siyasi baskıyı son derece azaltıyor. “Merkez Bankamız bağımsızdır” benzeri açıklamalar duymaya başlıyoruz. Merkez Bankası (MB) da bu süreçte rahat karar alıp belirgin bir tepki verebiliyor. Elbette bu tepkiyi aynı süreçte piyasa faizlerinin (gösterge tahvil faizleri özellikle) keskin biçimde yükselmesi de kolaylaştırıyor. Yakın geçmişten iki örnek vereyim.