Fatih Özatay’ın bugünkü yazısı
Türkiye ekonomisinin son on beş yılına bakıldığında en çarpıcı gelişmelerden biri finans sektöründe yaşandı. Önemli bir finansal derinleşme gerçekleşti. Finansal derinleşmeyi en belirgin sergileyen göstergelerin başında toplam kredi stokunun gayri safi yurtiçi hasılaya (GSYH) oranı geliyor: 2002 sonunda yüzde 10’un biraz üzerindeyken, 2017’nin üçüncü çeyreği itibariyle yüzde 60’ı az miktarda geçmiş durumda (Grafik 1).
Finansal derinleşme genellikle olumlu bir gelişme olarak yorumlanır. “Genellikle” çünkü finansal derinleşmenin ne ölçüde sürdürülebilir olduğu da önemlidir. Sürdürülebilirlik açısından özellikle iki noktaya dikkat etmek gerekir. Birincisi, belli bir zaman diliminde gerçekleşen finansal derinleşmenin temel nedeni çok hızlı kredi artışı ise, büyük ihtimalle o ekonomiye ilişkin risk algılaması da artıyordur. Zira tüm dünyada yaşanan finansal krizlerin önemli bir kısmının temelinde hızlı kredi artışı olduğuna işaret ediyor araştırmacılar. İkincisi, kredi genişlemesinin hangi kaynaklarla gerçekleştiği de önemlidir. Mesela önemli ölçüde dış borca dayalı bir fonlamaya dayanılarak gerçekleştirilen kredi genişlemesi de sürdürülebilir değildir. Dış borç girişinin süreceğinin garantisi yoktur çünkü. Öte yandan o ekonomiye ilişkin risk algılamasını da yükseltecek bir gelişme olabilir bu tür bir kredi artışı.