Fakirin ekmeği umudu bir tarafa bırakıp Türkiye’nin maliye politikası hakkında dersler çıkarmakta da yarar var.
 Küresel finansal krizin üretim ve istihdam üzerindeki tahrip edici etkisi 2008’in sonlarında ve 2009’un ilk yarısında tam anlamıyla hissedildi. Afrika’daki çoğu yoksul ülkeyi dışarıda tutup, dünya gayri safi yurtiçi hasılasının (GSYH) yaklaşık yüzde 90’ını oluşturan ülkelere bakıldığında 2010 sonu itibariyle ortaya çıkan resim şuydu: Tüm gelişmiş ülkeler ile Çin, Endonezya, Hindistan ve Polonya dışındaki yükselen piyasa ekonomileri krizde belirgin biçimde küçülmüşlerdi. Türkiye de ekonomisi önemli ölçüde küçülen ülkeler arasındaydı.
Krizin yükü çok fazlaÂ
Bu ülkelerin önemli bir kısmı bu duruma sessiz kalmadılar. Bir IMF raporuna göre Mayıs 2009 itibariyle G-20’nin gelişmiş ülkelerinin aldıkları ve alacaklarını açıkladıkları önlemlerin bütçelerine getirdiği toplam yükün, bu grubun toplam GSYH’sine oranı yüzde 17.1 idi. Bunun yarıya yakınından biraz fazlası (17.1’in 8.7’si), büyük bir deprem yaşamakta olan finansal sektörlerini kurtarma operasyonunun maliyetini yansıtıyordu. Maliyet açısından ikinci sırada, küçülen ve işsizlik düzeyi artan ekonomilerde yürürlükteki mevzuat gereği kendiliğinden devreye giren işsizlik yardımı gibi bütçe harcamaları geliyordu (otomatik dengeleyiciler: 17.1’in 4.9’u). Geriye kalan maliyet ise iç talebi arttırmak üzere alınan önlemlerden kaynaklanıyordu. Söz konusu üç kalemin G-20 içinde yer alan yükselen piyasa ekonomilerinin bütçelerine getirdiği toplam yük ise bu ülkelerin toplam GSYH’lerinin yüzde 6.6’sı kadardı.
Bu rakamlar da açıkça ortaya koyuyor ki, krizin, özellikle gelişmiş ülkelerin bütçelerine getirdiği yük çok yüksek boyutlara çıktı. Bu rakamların Mayıs 2009 itibariyle alınacağı açıklanan önlemlerin olası maliyetlerini de içerdikleri dikkate alındığında, bu yükün tümüyle sırtlanılmamış olması olasılığı elbette var. GSYH’ye oranla yüzde 17.1 olan bu değeri üç-dört puan azaltsanız da sonuç değişmiyor. Önemli bir bütçe yükü ortaya çıkıyor.
Küçülme riski çıktıÂ
Büyük ölçüde bu nedenle çoğu gelişmiş ülkenin kamu kesiminin borcu önemli ölçüde arttı. Avrupa Birliği’nde yer alan bazı ülkelerin ve Japonya’nın kamu borcu zaten küresel kriz öncesinde de yüksekti. Beklenen, alınan önlemlerle gelişmiş ülkelerin toparlanarak kriz öncesindeki GSYH düzeylerini yakalayacakları, bundan sonra da eski ortalama büyüme hızları civarında bir büyüme hızı tutturmaya başlayacaklarıydı. Böylelikle vergi gelirleri artacaktı. Ayrıca, otomatik dengeleyici harcamalar azalacağı ve iç talebi uyarıcı tek seferlik genişlemeci önlemler devreden çıkacakları için zamanla kamu borcu sürdürülebilir bir eğilim izleyecekti.
Olmadı. Geldiğimiz noktada gelişmiş ekonomilerin tekrar küçülmeleri riski ortaya çıktı. Bu risk, çok değil bir yıl önce yüksek değildi; oysa şimdi yükseldi. Avrupa Birliği patinaj yapmakla meşgul, Japonya’da deprem oldu, ABD ekonomisi beklenenden çok yavaş toparlanıyor, Ortadoğu karışık, yükselen piyasa ekonomilerinin hız kesmekte olduğuna dair sinyallerden söz ediliyor.
Herkesi korkutmaya başlayan şu: Bu ülkelerin bütçeleri önemli ölçüde açık veriyor ve bazılarının kamu borcunun geldiği düzey piyasaları rahatsız ediyor. Bu rahatsızlık bu ülkelerin borçlanma faizlerini yukarıya itiyor. Bu nedenle, tekrar küçülmeye başlamaları halinde çoğu gelişmiş ülkenin bu küçülmeyle savaşacak yeterli cephanesi kalmadığı düşünülüyor. Umarım korkulan gerçekleşmez, bir yıl önceki olumlu hava tekrar geçerli olur. Olumlu bakmaya çalışmak elbette iyi de fakirin ekmeği umudu bir tarafa bırakıp Türkiye’nin maliye politikası hakkında dersler çıkarmakta da yarar var. Sürdüreceğim.
Not: Sözünü ettiğim ve ‘maliye politikasının durumu’ üst başlığını taşıyan IMF raporuna IMF’nin internet sayfasından ulaşılabilir (IMF Staff Position Note, SPN/09/21).