Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan Amerika’daki temasları çerçevesinde ihracatçılara yüklendi. Ciddi bir bilinç değişimi yaşamaları gerektiğini ve mesela Amerikan pazarına girmeleri lazım geldiğini söyledi.
Elbette haklı olduğu noktalar var. Fakat bakanın gösterdiği yaklaşım biraz ‘yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış’ cinsinden bir görüntü veriyor. Türkiye ve dünya ekonomisine yönelik dahiyâne ve geriden gelen, yani her şey olup bittikten sonra gerçekleşen yorumlarını bir kenara bırakırsanız, Çağlayan’ın vizyonunu daha rahat ölçebilirsiniz.
Ne diyor Bakan Çağlayan? İhracatçıda ‘Amerika uzak oraya nasıl mal satarız’ mantığı varmış. Haklı mı? Evet… Doğu ürün ve doğru tekniklerle dünyanın her yerine ihracat yapmak mümkün. İtiraz noktası ise ‘Elin oğlu nasıl satıyorsa, sen de o şekilde satacaksın’ ifadesinde ortaya çıkıyor.
Öncelikle burada bir insafsızlık var. 2001 krizinden bu ülkeyi çıkaran kimdi? İhracatçı… Son 10 yılda kur baskısı altında, azalan kâr marjlarıyla dış satım mücadelesi veren kimdi? İhracatçı… 2008’deki dünya soygununun ardından, 2009’da daralan ihracat pazarına ve her şeye rağmen psikolojik sınır olan 100 milyar dolar sınırını geçen kimdi? İhracatçı… Önce adama ‘bir dur’ derler.
Sonra da ardından sorarlar: Gerçekten elin oğlunun nasıl sattığını biliyor musun? El cevap: Hayır, bilmiyorsun ve anlaşılan o ki laf olsun diye popülizm yapıyorsun. Birileri Zafer Çağlayan’a Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı Fatih Terim’in verdiği gazla kazanmadığını anlatmalı.
Çünkü motivasyon ancak, gerekli çalışmaları yaptıktan sonra, en son noktada işe yaracak psikolojik bir unsurdur. O zaman ben de Ekonomi Bakanı Çağlayan’ın nezdinde bazı soruları yönetime yönelteyim:
Türkiye’nin üretim gücü açısından avantajlı sektörlerinin hangileri olduğunu, katma değer yaratmak adına neler yapması gerektiğini biliyor musunuz? Bu konuda laf üretmek dışında ne yaptınız?
Açıkladığınızda reel sektörün bile bıyık altından güldüğü gerçekçi olmayan bir sanayi envanteri sonrasında hangi stratejik eylem planını hayata geçirdiniz? Verilen kredilerin takibini yaptınız mı? Bu paraların gerçekten firmaların kendisini geliştirmek için mi, yoksa kamuya olan borçlarını ödemek için mi kullanıldığı gerçeğini saptadınız mı?
Mesela İsrail, Güney Kore, Çin, Japonya gibi ülkelerin, ülke mamullerini pazarlayan kamu kurumları olduğunu biliyor musunuz? Rakiplerinin çok üzerinde maliyetlerle imalat yapmak zorunda kalan üreticinin, rakiplerinin enerjiden finansmana kendi devletleri tarafından sübvanse edildiğinden haberdar mısınız?
‘Amerika pazarına girin’ diyor. Sadece oraya değil, herhangi bir pazara girişte, pazarın yapısı, tüketim alışkanlıkları, rekabet gücü ve sizin arz ettiğiniz ürünün doğru orantılı sonuçlar verdiğini biliyor musunuz?
Mesela geleceğe yönelik öncelikli sektörlerinizi saptadınız ve bu konuda eğitimden yapılanmaya kadar gerekli alt yapı çalışmalarını hayata geçirdiniz mi? İhracatın içindeki ithalat katkı oranını ciddiye almayı düşünüyor musunuz? Dış ticaretin bir de ithalat ayağı olduğunun ne zaman farkına varacaksınız?
Mesela İsrail’deki kibutzları, Çin’deki dünya sipariş listesini takip eden yöntemleri incelediniz mi? Atatürk’ün dış ticaret fazlası verilmesini sağlayan, üretim, üretim gücü, potansiyel ve finansman zincirinden oluşan Milli Kalkınma Projesi’nin felsefesinden haberdar mısınız?
İngiliz Başbakanı’nın zamanında gelip, bir içki firması adına resmen Sayın Başbakan’dan imtiyaz isteyen tavrından ders çıkardınız mı? Özeleştirmelerden ihalelere yandaşlara değil de adil bir biçimde tüm üreticilere açık sistem hakkında bilginiz var mı?
Alışveriş merkezlerinde, özellikle süpermarketlerde raftan ithalat yapıldığını biliyor musunuz? Büyük bir iştahla doğrudan yabancı sermaye olarak kabul ettiğiniz bu sektörde, dengeyi tersine çevirip yurtdışında alışveriş merkezleri organize etmek gibi projeleriniz oldu mu?
Bu örnekleri ve gerekçeleri o kadar çoğaltabilirim ki, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın da aklı karışır. Hoş anladığım kadarıyla Bakan Çağlayan’ın zaten aklı karışmış. Çünkü Ankara Sanayi Odası Başkanı iken farklı konuşuyordu. Biz en iyisi Zafer Çağlayan’ı bakanlıktan bağışlayıp, bir süreliğine ihracatçı bir firmaya stajyer olarak yollayalım. Belki o zaman hafızası yerine gelir.
Eminim ki o gün önünü arkasını düşünmeden sarf ettiği şu lafını tekrar düşünecektir: “Elin oğlu nasıl satıyorsa…”