Küresel mali piyasalar haftaya olumlu başladı. Geçen haftanın oynaklığı yerini şimdilik nispi sükûnete bırakmış duruyor. Euro-dolar paritesi de dar bir bant içinde hareket ediyor. Yoksa yeni bir fırtına öncesinin sessizliği mi?
Dışarıdaki hava içeriye de yansıdı. Son baktığımda İMKB yüzde 1,5 yukarıda seyrediyordu. Döviz kuru da biraz gevşedi. Ancak döviz sepeti hâlâ 2.15 TL civarında geziniyor. Kurun yeni alt sınırı acaba nerede sabitlenecek?
Mayıs istihdam ve işsizlik verileri TÜİK tarafından açıklandı. İkinci çeyreği kapsıyor (Nisan-Haziran dönemi). İşsizlik yüzde 9.4’e geriledi. Mevsim etkisi temizlenince yüzde 10’un biraz üzerinde yatay seyrediyor. Ayrıntısına bakacağım.
TÜİK Haziran dış ticaret endekslerini de yayınladı. İhracat ve ithalat miktar endekslerinde takvim ve mevsim etkisi temizlenince Mayıs’a göre küçük bir artış görülüyor. Son kur hareketinden sonra Temmuz ve Ağustos verileri önem kazandı.
CNBC-e Tüketici Güven endeksleri Ağustos ayı ön sonuçları çıktı. Bekleneceği gibi, küresel sorunlar ve döviz kuru tüketici güvenini olumsuz etkiliyor. 2008 krizinden bu yana en sert düşüş görülüyor. ‘Isınma’ hikâyesi de böylece bitiyor.
Tahminde öncelik siyasettir
Yazlıkta bol ekonomi sohbeti yapıyoruz. Yeni yazdım. İşler iyi giderken iktisatçıya ilgi azalır. Ekonomide sorunlar belirince aniden olay değişir. Vatandaşın anlatılanları ne ölçüde ciddiye aldığını bilmiyorum. Ama soruları artıyor.
Son günlerde kamuoyunun dikkati özellikle AB ve ABD’nin siyasi sorunlarına çevrildi. AB için tartışmalar Almanya’nın borçlu ülkeler karşısındaki sert tutumuna odaklanıyor. Bundan sonra nasıl davranacağı merak ediliyor.
ABD’de borç tavanı kavgası tam anlaşılmamış ve şaşırtmış. Ne olsa bizler yasama ile yürütme arasında bu tür çatışmalara alışkın değiliz. 2012’de Başkan seçimi var. Amerikan siyasetinin büsbütün kilitlenmesinden korkuluyor.
Genellikle lafa ekonomi ile siyaset arasındaki karşılıklı bağımlılığı vurgulayarak başlıyorum. Bu konuda Türkiye’nin deneyimi zengindir. Siyasi dağınıklık mutlaka ekonomiyi rayından çıkartır. Sonra ekonomideki bozulma dönüp siyaseti vurur.
Dolayısı ile siyasi koşulları hesaba katmadan gerçekçi ekonomik tahminler yapılamaz. Bir adım daha atayım. İktisatçının ilk işi siyaseti doğru öngörmektir. Çünkü makro göstergeleri siyaset belirleyecektir.
Çin’i kestirmek olanaksız
İlgimi çeken bir başka husus var. Yaşanan süreçte Çin’in kritik rolü dikkatten kaçıyor. Konuşmalarda Çin’e hiç değinilmiyor. Halbuki küresel dengesizlik Çin ihracatla büyüme modelinde ısrar ettiği için bir türlü düzelmiyor.
Aslında AB ve ABD’de siyasetin yakın gelecekte nasıl evrileceğini iyi kötü görebiliyoruz. Çünkü demokrasi toplumsal karar alma süreçlerine şeffaflık getiriyor. Bunların analizini ve dolayısı ile tahminini mümkün kılıyor.
Türkiye’den örnek verelim. Vatandaşın döviz kuruna duyarlılığı biliniyor. Buradan hareketle hükümetin döviz kuru düzeltmesini seçim sonrasına kaydıracağını tahmin ediyoruz. Nitekim öyle oluyor.
Ya Çin? Tam bir kapalı kutu. İtiraf edelim. Mevcut büyüme modelini değiştirme kararını kimin, ne zaman, hangi koşullarda ve hangi saiklerle alacağına dair kimsenin en küçük bir fikri yok. Dünyayı sarsan esas belirsizlik budur.