Hala ekonomimizde yaşananlara bir isim bulamadık ama nereye kadar görmezden gelip sus pus kalınacak merak ediyoruz?
24 Ocak 1980 Demirel ve Özal kararları, 5 Nisan 1994 Çiller, 21 Şubat 2001 Ecevit döneminde yaşananları aklımıza getirince, artık benzeri durumlar yavaş, yavaş ekonomik yaşama giriyor olsa da ekonomik kanallarda hiç de öyle dillendirmediğini gözlemliyoruz!
Artık bunca döviz arzına ve 10 yıllık, 5 yıllık, 2 yıllık ve gösterge hazine kağıtlarında ki yüzde onun üzerinde gezinen faiz oranlarına bakarak, TL’nin değer kaybını normal görmek, hangi ekonomik mantığa sığar anlamakta güçlük çekiyoruz.
Hele birde son açıklanan asgari ücret oranlarına bakıp bundan memnuniyet duymayı aklımız almıyor!
Doların hızını milyarlık arzlarla bile kesemediler
Piyasa faizleri nerede, MB faiz oranları nerede?
Altının TL değerinde ki artışı da bunların üzerine koyduk mu?
Ortaya çıkan net görüntü, TL’nin hepsine göre değer kaybettiğidir!
Bununda Türkçesi devalüasyon, arkasından beklenen ekonomik doğum ise nur topu gibi bir enflasyondur…
Ne yapmamız gerekir diyorsanız?
Hiçte zor değil…
Hayal kurmayı bırakıp gerçek ekonomik değerlere geri dönmektir.
Eski defterleri açıp, enflasyonda uyguladığımız yatırımcı ve ekonomik stratejilerimizi tekrar çalışmaya başlamaktır.
Geçmiş ekonomik krizlerin tarihleri ile izlenen ekonomik siyasetleri göz önüne getirdiğinizde aslında birde siyasi ekonomide bir teknik analiz yaparsak bu yaşananlara hiçte şaşmamak gerekir.
Eğer bu günlerde ki kriz(!)biraz daha yavaş ve ani bir şekilde yaşanmadı ise Ecevit döneminde alınan ekonomik önlemlerin ve de yeniden kurulan ya da düzenlenen BDDK, TMSF, İMKB, Bankalar yasası gibi daha bir çok yapılanmanın büyük katkısı olmuştur.
Ancak eski krizlerde milli kurum, işletmeler, madenler, limanlar ve daha bir sürü maddi ülke değerleri vardı ama hepsi satıldığı ve uzun vadelerde kiralandığı için(!) bundan sonra yaşanacak bir ekonomik kriz, ne kadar yavaş seyretse de, toplumun bu zararların telafisinde Yunanistan dan bile daha zor günler yaşayabileceğini de aklımızdan çıkarmayalım.
Eski yazılarımda hep ifade etmiştim Yunanistan zor ekonomik koşullarda boğuşurken bizimkiler müstehzi şekilde gülümsüyorlardı.
O zaman da söyledim, gene tekrar ediyorum;
‘’Gülme komşuna gelir başına’’