Hangi takımı tutuyorsunuz bilmiyorum ama, futboldan hoşlanıyorsanız, büyük takımlar karşısında sahasında beraberlik almaya çalışan düşük bütçeli takımların maçlarına mutlaka şahit olmuşsunuzdur.
Hele ki kümede kalma mücadelesi ise, maça disiplinli ve katı bir defans anlayışıyla başlarlar. Gelen atakları karşılamak ve kontra ataktan bir gol bulabilmek ümidiyle yapılan, genellikle de kendi sahasında tek kale oynanan maçlardır bunlar.
Zaman zaman güçlü takımın dinlenmek için maçı rölantiye alması sırasında atak tazeleyen, bu psikolojiyle de şampiyonluğa oynadığını zanneden bir ruh hali içindedirler. Fakat ilk golü yiyence dağılırlar, önce daha fazla gol yememek için direnir, ardından da maç bitene kadar gelen her topu ileri atmak için çırpınırlar.
Bu esasen doğru adamları tercih etmemenin sebep olduğu ve mali yetersizlikler nedeniyle güçlü takımı kuramamaktan kaynaklanan bir güç farkı gerçeğidir. Ne yazık ki Türkiye’nin 12 yıllık ekonomi macerası da aynen bu maç gibi ve gol yemeden maçı tamamlayan deplasman takımı hüviyetinde idi. Bazıları cılız atakları, şampiyonluk zannetse de… Galibiyet ise çoğu zaman günü birlik başarılara bağlıdır.
Aynı şekilde bugün geldiğimiz nokta da ekonomi bakanlarının tamamen dağıldığını gösteriyor. Bir tarafta Ali Babacan üretim ekonomisinden bahsedip, ardından dolardan ümidini kesmişken avro için umut besliyor. Ama gelmeyecek bu paranın, gelse de kendi üreticisinin kemiklerini kıracağını düşünmüyor.
Diğer tarafta Maliye Bakanı Şimşek, gelen soruları söylem bazında kayıtdışı ile mücadele gibi temelsiz söylemlerle yanıtlıyor; Türkiye’nin iyi bir ekonomisi olduğuna herkesi ikna etmeye çalışıyor.
Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi ise tam evlere şenlik… Dünyanın daraldığı ortamda ihracat ile sorunların aşılabileceğini, büyümenin istenen seviyede olacağını söyleyip, bunun nasıl olacağı konusunda en ufak bir fikri olmadığını açıkça gösteriyor.
Yükümlülüklerin nasıl yerine getirileceği sorusu yanıt beklerken, umacılar yaratıp şimdiden mağlubiyete zemin hazırlıyorlar. Oysa tribünde oturanlar rahatlıkla görüyor ki, takım dağılmış vaziyette. Ne yaptığını bilemez bir biçimde sağa sola amaçsızca koşturuyor.
Her biri birbirinden farklı, hatta kendi sözleriyle çelişen bir görüntü içindeler. Savruk, zamana oynayan ve o psikolojiyle gittikçe performansı kalitesizleşen…
Muhtemelen ekonomi kurmayları içindeki iki isim olan Babacan ve Şimşek, yeni seçimlere kadar, yani kendileri için maçın sonuna kadar yeni bir gol yemeden maçı bitirmek için gelen topu ileri atıyor.
Bu arada kredi derecelendirme kuruluşları not indirimine hazırlanırken, dolar almış başını gidiyor, reel sektör de DEİK’in dahi siyasallaşmasını şaşkınlık içinde takip ederken, aybaşında ödemelerini yapamama gerçeğiyle şaşkınlık içinde durumu izliyor.
Böylesi maçlarda sıkışan takım, önce ilk yarı olsun diye dua eder. Fakat acı gerçek şu ki, maçın sonuna yaklaşıyoruz. Maçın ilk yarısı, iktidarın Gezi ya da faiz lobisi diye sürüklendiği, ama aslında 22 Mayıs 2013’teki FED’in açıkladığı yeni politika öncesiydi.
O günden sonra maçın ikinci yarısı başladı; ama iktidar takımda hain ararken, rakibin yeni bir hamle yaptığını göremedi. Şimdi son düdük sesiyle birlikte önümüzdeki maçlara bakacağız. Ama bu mağlubiyet takımda ne teknik direktör bırakır; ne de futbolcu…
Keşke ilk yarıda soyunma odasında kavga edeceklerine, çözüm bulmak için taktik belirleselerdi. Ama çap bu… Fazlası Osmanlıspor’un Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmasını beklemek gibi olur.