Mevcut bataklığı kurutmak, kapsamlı bir ekonomik programla mümkün. Yetmez; programı uygulayacaklar güvenilir olmalı.
Avrupa Merkez Bankası (ECB) İtalya, İspanya, Portekiz, İrlanda ve Yunanistan gibi sorunlu ülkelerin ve ileride bu gruba katılması muhtemel diğerlerinin devlet tahvillerini satın alıp bu tahvillerin faizlerinin yükselmesine engel olmakta niye nazlanıyor? Almanya ve Hollanda gibi ülkeler neden buna karşı çıkıyorlar?
Bu soruları Türkiye deneyimi çerçevesinde yanıtlamak mümkün. 2001 krizinin hemen sonrasındaki aylarda Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) bilançosunda önemli değişiklikler oldu. TCMB’nin bilanço büyüklüğü, 2001 sonunda 2001 başındaki değerinin 3.4 katına ulaştı. Bunun temel nedeni, hatırlayacaksınız, kamu bankalarına Hazine’den birikmiş alacakları karşılığında, TMSF bünyesine alınan bankalara ise sermayelerini güçlendirmek üzere verilen Hazine tahvil ve bonolarının (kısmen) TCMB’de nakde çevrilmesiydi. Bu işlem sonucunda az önce sözünü ettiğim dönemde TCMB bilançosundaki ‘Hazine’den alacak’ kalemi 1.5 milyar liradan 34.4 milyar liraya yükseldi.
Bilançodaki bu genişlemenin aynı ölçüde parasal genişlemeye yol açmaması ve dolayısıyla enflasyonu azdırmaması için ortaya çıkan likidite fazlası TCMB tarafından büyük ölçüde piyasadan çekildi. 2000 sonunda yüzde 39 olan tüketici enflasyonu 2001 sonunda yüzde 69’a yükseldi ama bu yükselişin temel nedeni, parasal genişlemeden ziyade lirada aynı dönemde gerçekleşen aşırı değer kaybıydı. TCMB bu tür bir operasyona tek başına girişmedi elbette. Maliye politikasında disiplin sağlamak üzere çok önemli adımlar atılmıştı. Uçuruma yuvarlanmış olan bankacılık sektörünü uçurumdan çekip almak için önemli işler yapılıyordu. Mevcut ekonomik program uluslararası kuruluşlar tarafından düşük faizli ve önemli tutarlarda krediler ile destekleniyordu. Ayrıca da bozuk kurumsal yapının değiştirilmesi için belirgin adımlar atılıyordu.
Bir merkez bankasının bastığı paranın değerini koruyabilmesi için o parayı hangi koşullar altında piyasaya çıkaracağına dikkat etmesi gerekiyor. Kendisine bir türlü çekidüzen vermeyen ve bu nedenle sürekli finansman sıkıntısı çeken bir ülkenin devlet tahvillerini satın alarak piyasaya bol kepçe para çıkarmak, ne o ülkenin temel sorununu ortadan kaldırıyor ne de o merkez bankasının saygınlığını koruyor. Üstelik finansman sıkıntısı içinde olan ülke herhangi bir ülke değil de çok büyük ve çok borçlu bir ülkeyse basılması gereken para miktarı çok fazla oluyor. Bir de o merkez bankası sadece o ülkenin değil aynı durumda olan ya da aynı duruma düşecek başka ülkelerin merkez bankası ise ilk ülke için para basılması diğer ülkeler açısından emsal oluşturuyor; daha çok para basılması gündeme geliyor.
Bu yolla ortaya çıkan fazla likiditenin Türkiye örneğinde olduğu gibi piyasadan ECB’ce kısmen çekilebildiğini düşünelim. Bu işlem sonucunda ECB’nin uğrayacağı zararı da göz ardı edelim. Hem fazla likiditenin çekilmesi hem de Euro Bölgesi’nde üretim düzeyinin potansiyelinin altında olması nedeniyle enflasyon açısından en azından belirgin bir süre önemli bir sorun oluşturmayacaktır hazine kâğıtlarının ECB’ce alınması.
Almanya’nın enflasyon saplantısı nedeniyle böyle bir işleme karşı çıkmasının dışında, bu durumda, iki temel neden ileri sürülebilir ECB’nin böyle bir operasyona neden nazlandığına dair. Birincisi, finansman ihtiyacına yol açan mevcut bataklığın kurutulmasına yönelik adımlar atılmaya başlanmadan devreye girmesinin işe yaramayacağı düşüncesi. Mevcut bataklığı kurutmak kapsamlı bir ekonomik programla mümkün. Yetmez; o programı uygulayacak siyasilerin güvenilir olması gerekiyor. İtalya’da gerçekleşen başbakan değişimini bu çerçevede yorumlamak gerekiyor. İkincisi ise Euro Bölgesi’nde daha geniş bir başka bataklığın olması: Tek merkez bankası var. Oysa her ülkenin farklı maliye politikası. Bu derin yapısal bir sorun ve yaşanmakta olan sorunların da anası. Bu yapı, tek elden yürütülen para politikası ile uyumlu olan ve de olmayan çok farklı maliye politikalarının bir arada görülmesine yol açabiliyor. Bu uyumsuzluğun ileride yeniden ortaya çıkmayacağının bir garantisi yok. Sanırım ECB bu konuda en azından bir tartışma ortamı oluşturulmasını istiyor. Tüm bu nazlanmaya karşın ECB’nin işlerin felaket boyutunu almaması için bir miktar tahvil alımı yaptığını da not etmek gerekiyor.