Türkiye’nin son 10 yıldaki performansını değerlendirirken, sadece güzel şeyler söylemek uğruna ipin ucunu kaçıranlar var. Son örneği MÜSİAD Başkanı Ömer Cihad Vardar. Derneğin Samsun’daki 17. Genel Kurul toplantısında ne dedi MÜSİAD Başkanı?
10 yıl önce yaşanan krize atıfta bulundu ve şu ifadeyi kullandı: “On yıl önce bize, ‘Türk ekonomisi bu noktalara gelecek’ deselerdi güler geçerdik. Türkiye son on yılda çok önemli mesafeler aldı.”
Sayın Vardar saygı duyduğum bir isimdir ama, bence bu ifadesi eksik ve temelsizdir. Öncelikle düzeltmeye şuradan başlamak gerekir. 10 yıl önce bir kriz yoktu. 2001 senesinde yaşanan, kısa sürece sığdırılmış üçüncü krizdi.
Birincisi 1998 yılında Uzakdoğu’dan başlayıp, Rusya’yı vuran, tek pazar bağımlılığı nedeniyle de bizi büyük ölçüde etkileyen bir buhrandı. Arkasından Türkiye’ye ciddi anlamda can ve mal kayıplarıyla ilgili fatura çıkaran Marmara Depremi geldi. Üstelik bu ikinci krizde özellikle batıdan yardım diyen gelen paraların, daha sonra önümüze ‘borç olarak konulmasını da’ unutmamak gerekir.
Nihayet 2001’deki, biriken sorunları kullanıp, parayı yönetenlerin bir gecede tetiklediği o ağır bedelli kriz. Hemen öncesinde, yani 2 bin yılının ortasında batı ekonomilerindeki sarsıntıyı da göz ardı etmemek gerekir.
Gelelim 10 sene sonra geldiğimiz noktaya. Daha iyi durumda olduğumuzu düşünmek için bazı başlıkların karşılaştırmasını yapmalıyız.
Ekonomik anlamda yapısal kayda değer bir ilerleme sağlandı mı? TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlu, her sene Kartepe’deki ekonomi zirvesinde ‘yapısal reformları yapmalıyız’ diye anlatıyorsa, hayır.
Nitekim bu yapısal reformları gerçekleştirmediğimiz için bugün dış ticaret açığımız 100 milyar dolar seviyesine yaklaştı. Makro dengeler açısından bir farklılık var mı? Evet, cari açık 11 ayda 70 milyar doları geçti. Daha mı az borçluyuz? Kat be kat daha fazla. Hiç kimse borcun içindeki kamunun payı aldatmacasının ardına sığınmasın. Hane halkı borcu, şirketlerin pozisyon açığı, Moody’s’in daha bugün gelen uyarısıyla da dikkat çekmeye devam ediyor.
2001’deki felaketi bankaların 5 milyar dolarlık pozisyon açığı nedeniyle yaşadığımızı düşünürseniz, bugün sadece reel sektörün 100 milyar dolara dayanan pozisyon açığını dikkate alarak karşı karşıya kaldığımız riski hesap edebilirsiniz.
Bu kadar borçlanmaya karşı, özelleştirme gelirlerini üzerine koyun, büyüme rakamlarıyla altını çizin, sokaktaki işsizlikle sağlamasını yapın. 10 yılın özeti Türkiye’nin borçlanarak yaşadığı gerçeğidir. Peki gelen para nasıl borç olur?
Türkiye söylenenin aksine son 10 yılda çok büyük bir fırsat kaçırdı. Dünyada likiditenin bu denli ucuz olduğu bir süreci ıskaladı. Eğer gelen parayı bizim yaptığımız gibi yerseniz, ölü yatırımlara yönlendirirseniz adı borç olur. Fakat gelen kredileri yeniden ve teknolojik bir altyapıya sahip üretim ekonomisi yaratmak için kullansaydık, bu para borç değil, finansman olurdu.
Oysa 58. Hükümet ‘Üreteceğiz, KOBİ’leri kalkındıracağız’ diyerek yola çıkmadı mı? Ama geldiğimiz noktada kumar ekonomisi gündemi meşgul ederken, ne uluslararası gerçek anlamda rekabet yapabilecek KOBİ’ler oluştu, ne de ortada gerçek katma değerli bir üretim kaldı.
Türkiye bu dönemi doğru kullansaydı, bugün çok farklı şeyleri konuşuyor olabilirdik. 2 bin yılında Dünya Bankası’ndan IMF’ye herkesin, başarımızdan dolayı bizi övdüğünü hatırlatmak isterim. Ama MÜSİAD Başkanı Vardar tekrar söyleyebilir: ‘Dün bunlar söylenseydi, gülerdik.’ Peki yarın bugün söyleneni hatırlayıp, gülebilecek miyiz?