2011 yılının son sürecine en çok damgasını vuran kelime sanırım ‘bahar’dır. Kuzey Afrika’da başlayıp Ortadoğu’ya uzanan Arap Baharı’nın Türkçe tercümesi demokrasi makyajlı soygundur.
Şimdi Türkiye’nin de bir baharı oluyor. Dolar baharı… Çok uzun zamandır bu noktadan darbe yiyeceğimiz gerek bastırılmış kur, gerekse de pozisyon açığımız nedeniyle zaten belliydi.
Yıllardır Türk Lirası’nı aşırı değerli tutarak, makro göstergeleri olumlu seyirde izleten, muhasebe dilinde makyajlayan ekonomi yönetimi ilk zafiyetini sergilemeye başladı. Avro ve dolar üzerinden baskılandırılmış dengelerle işi götürmenin artık mümkün olmadığı, bizzat Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın açıklamalarında görüldü.
Türk Lirası’nın Avro’ya karşı sağlam durabileceğini, ama Dolar ile yarışamayacağını ifade eden Başçı kamuoyundan da kendilerini ve politikalarını Avro ile değerlendirmesini istedi. Öncelikle böyle bir mantık olamaz, eğer Dolar’ı kullanımdan kaldırmaya niyetiniz yoksa…
Lakin bu güç zehirlenmesiyle gelen alışkanlık, bu denli cesurca (!) açıklamaları da beraberinde getiriyor. Yani tıpkı İşkur verilerine dayanıp, Türkiye’nin işsizlik sorunu olmadığının söylenebildiği, bastırılmış ama gerçek değerinde olmayan kur/TL ilişkisini kanıt gösterip milli geliri farklı gösterme kandırmacasına girilebildiği gibi…
Anlaşılan o ki, parite üzerinden Avrupa’nın kemiklerini kıran ABD, ilk zaferini Türkiye’de ilan ediyor. Ekonomi yönetimi kontrol altında tuttuğu iki ipten birini salıyor. Ekopolitik tercihtir ve saygı göstermek gerekir ama bunun sonuçları olacağını da konuşmakta yarar var.
Çok basit bir mantık kuralım. Baskılanan kur politikası nedeniyle özel sektör gelir/gider yapısını nasıl şekillendirdi? En büyük müşteri Avrupa Birliği ülkeleri olduğundan gelirlerini Avro’ya, giderlerini de Dolar’a bağladı.
Döviz pozisyon açığının da ağırlıklı olarak Dolar olduğu gerçeğinin altını çizerek ve bunun ortaya çıkan maliyeti ağırlaştıracağını da belirterek şu tespiti yapalım. Önümüzdeki süreçte Avro baskılanmaya devam eder ve tek yanlı olarak Dolar kontrolden kaçarsa bu üretimden hizmete dış ilişki içindeki reel sektörün büyük bir darbe yemesine neden olacaktır.
Zaten son 6 aydır ivmesi hızla artarak yüzde 100’lük farka ulaşan üretici ve tüketici fiyatları bazlı enflasyon değerleri bir riski gösteriyordu. Üretici enflasyonu, tüketicinin enflasyonunun iki katı oranında artıyordu. Bu ortaya çıkan maliyetlerin fiyatlara yansıtılamadığının ve sermaye erimesi yaşandığının göstergesidir.
Şimdi ikinci bir darbe de parite üzerinden ortaya çıkarsa, yani kontrollü bir değer artırımı iki para birimi yerine, gideri oluşturanın serbest bırakılıp, gelir kaleminin baskılanmasıyla ele alınırsa, yıllardır çekilen aşırı değerli TL zulmüne bir yenisi eklenecektir.
İhracat pazarlarında, alternatifleriyle birlikte iş hacmi düşen ve düşecek reel sektör, iç piyasada da en önemli ithalatçı konumundaki AB’ye de pazarını daha çok açacak ve üretici içte de aradığı kanı bulamayacaktır. Bir de bunun üzerine özel sektör ödemeler dengesi bozulursa, 2012 yılında ana gündemimizi kapanan firmalar ve işsizlik oluşturur. Üstelik bu sefer TÜİK’in rakamları da işi kurtaramaz.
Velhasıl kelam Merkez Bankası başta olmak üzere iktidarın ekonomi ayağının politikaları tekrar gözden geçirmesinde fayda var. Ya iki ipi birden kontrollü salacaksınız ya da ikisini birden elden bırakmayacaksınız.
Diyelim ki gücünüz birini kontrol etmeye yetiyor ki bunda AB’nin ekonomik darboğazının ciddi etkisi var, o zaman dolar ipini bırakırken, AB şartnamelerini zorlayarak Çin, Rusya gibi yüksek alım yaptığımız ülkelerle tıpkı Çin ve Japonya’nın yaptığı gibi kendi para biriminiz üzerinden alışverişin önünü açacaksınız.
Aksi takdirde üretimin tam göbeğine bomba koyuyorsunuz demektir. Bence uygulamaya geçmeden önce Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın ifşa ettiği bu politikayı tekrar gözden geçirmelisiniz. Yok, sizin için ekonomik realite değil, rakamlar üzerinden kamuoyuna aktardığınız sanal başarılar esas ise ısrar ediniz: “Bizi Avro ile değerlendirin.”