Hadi bugünkü yazımızda soru cevap oyunu oynayalım. Belki böylece ekonomiyi oyun zannedenler de, ne demeye çalıştığımızı anlar.
Bir bakkalsınız ve raflarınız tıka basa malla dolu. Müşteriniz de marketi tercih ettiği için gelen giden yok. Malın çoğunu açık hesap veya çek vererek aldığınız için, ödeme günleriniz yaklaşıyor. Kapıdan bir plasiyer giriyor ve size yeni mal almanızı öneriyor. Yanıtınız ne olur?
Bir futbol kulübünün başkanısınız. Ne yazık ki takımınız Avrupa kupalarına gitmeyi başaramamış. Ligde iddianızı kaybetmişsiniz ve Türkiye Kupası’nda da elenmişsiniz. Yeni bir futbolcu almayı düşünür müsünüz?
Bir fabrikanız var ve hiçbir yere mal satamıyorsunuz. Üretim yapar mısınız? Eğer yapıyorsanız, stok maliyeti ve birim maliyeti denilen kavramlardan bihabersiniz demektir. Türkiye’de böyle bir işadamı olduğunu hiç sanmıyorum.
Kimi bilimsel metotlar ile elde ettiği veriler nedeniyle, kimi de el yordamıyla üretimini kısıtlar. Fakat eğer böyle bir pozisyonda o ülkede sanayi üretimi rakamları, yetersiz olsa da psikolojik harp ile beklenenden yüksek çıkarılıyorsa, buna ancak gülünür.
Fakat gülmek yetmiyor. Ağlanacak halimize kahkaha atmamızı istiyor olmalılar ki, büyümenin imalat sanayi ve iç-dış satımla olacağı söyleniyor.
Yanlış anlamayın, konuyu sokakta çay ocağında oturup ahkâm kesen kişi dile getirmiyor. Ülkenin Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık ifade ediyor.
Bakan Işık’a göre imalat sanayindeki artış büyümenin gücü olacak ve bu realiteyi hem iç tüketim, hem de dış tüketim destekleyecek. Temenni ederim öyle olsun ama, masalı bir kenara bırakıp gerçeklere bakalım.
Birincisi gerçekten iç piyasada bir tüketim büyümenin itici gücü olacaksa, orta vadeli tiyatroda belirtilen enflasyon hedeflerinin yakalanması mümkün değil.
İkincisi 24 milyon icra dosyasının, iflas ertelemelerinin arttığı, şirketlerin iflasın eşiğine geldiğinin bizzat Türkiye Bankalar Birliği Başkanı tarafından açıklandığı bir ülkede neyi üretip, kime satacaksınız?
Üçüncüsü dış satım… Mal satacak çevremizde tek bir ülke kalmamışken, tek güvendiğimiz pazar olan Avrupa da daralma açıklarken, neyi üretip, nereye satacağız ve büyüyeceğiz? Peki, hem içte, hem de dışta satamayacağımız bir malı üretmenin mantığı var mı?
Elbette hiçbir şirket sıfır üretim gerçekleştirmeyecektir. Zaten bu kapıya kilit vurup, gitmek anlamına gelir. Fakat yetersiz oranda yapılan üretimi, satılamayıp, girdi maliyetleri nedeniyle stok adına çalışılan bir ortamda başarı olarak görebilir miyiz?
Ne zamana kadar üretebilirsiniz ki? İki sene ortalamayla satışı mecburiyetten yapılan üretim gibi faktörleri daha dikkate almadım. İşin içine tahsilât sorunu girdiğinde boyut farklılaşıyor ve daha da büyüyor.
Şimdi tüm bu manzarada eğer her şeye rağmen üretim yapılıyor ve satılamayacak mamuller üreticinin ya da vadeli sattığı satıcının rafında duruyorsa bunun tek bir anlamı var. ‘Doktor ne istersen ye’ dedi.