Eski mahallelerden birinde yaşıyordu. Onurlu ve gururlu bir adamdı. Fakat okumamış ve bir meslek sahibi de olamamıştı. Eğitimsizlik bir yana maddi durumu da çok iyi değildi. Mahallelinin ara sıra verdiği borçla yaşar, bakkala da mutlak hesabı yazdırırdı. Ne var ki özünde iyi bir adamdı.
Tüm bu iyiliğine karşı ise mahallenin bitirim çocukları ona değer vermez, iter kakardı. Canına tak etmişti. İşte böyle bir günde tanıştı onlarla… Televizyondaki dizilerden mi etkilenmişti bilinmez ama, aslında serseri denilebilecek mafyavari bu tipler dadandı bizim çocuğa…
Önce övmeye başladılar. Çarpıtılmış delikanlılık edebiyatı içinde onun da bu grupta bir yeri olduğunu anlattılar. Artık o da ‘çok önemli ve değerli’ idi. Bu coşkuyla ev halkına eziyet etmeye başladı. Oysa serserilerin tek yaptığı, onu kullanmaktı.
Grupta yer edinmişti ama ayak işlerine, getir götüre bakıyordu. Verilen görevi her yerine getirdiğinde de ‘aslanım, kaplanım’ nidaları yükseliyor, dünün ezilmişliği yerini sahte bir gurura bırakıyordu.
Cebi para da görmüştü aslında. Belki çok değildi ama en azından ilişkilerinin bozulduğu mahalleliden borç almıyor, bakkalın veresiye defterine adını yazdırmıyordu. Çünkü bu kıymeti kendinden menkul serseriler cebine bir kredi kartı koymuştu.
Harcamayı yapıyor, ayak işlerine bakıyor, sonra da kartın ödeme zamanı geldiğinde sahte kabadayıların cebine koyduğu para ile borcunu ödüyor, her seferinde de bir senet imzalıyordu. Sonra bir gün dediler ki; ‘bu böyle olmaz, senin de üstünü başını toplamamız lazım’…
Çarşıya çıkıldı; terziye gidildi; serserilerden ikisinin eski kıyafetlerinden karma bir takım elbise üzerine uyduruldu ve mahallenin ortasına bırakıldı. Bizim adam yüksek perdeden sesleniyordu herkese: “Bakın daha değerli oldum.”
İşte Türk Lirası’na verilen yeni simgenin hikâyesi de buna benziyor. Kılık kıyafetle değerli olunamayacağı bilemeyenler, ucuz, sahte ve karma simgelerle de rezerv para hüviyetine kavuşamayacağını öğrenmek durumundalar.
Bu nedenledir ki, tellallar dışındaki mahalleli yapılan tüm açıklamaya rağmen ‘ya sabır’ deyip, kafasını çeviriyor. Hadi bir simge macerasına girdin, peki neden orijinal ve anlamlı bir işaret ortaya çıkarmıyorsun?
Bir yarışmadan bahsediliyor, ama bu tip organizasyonlarda teamüllere göre görüşü alınan, hatta heyete jüri olarak üye veren Grafiker Meslek Kuruluşu GMK’nın olaydan neden haberi yok? Kuruluşun Başkanı Yeşim Demir ‘böyle bir yarışmadan haberleri olmadığını’ söylüyor.
Hoş zaten Avro mu, Sterlin mi, Başbakan’ın adının ilk harfi mi olup olmadığı bilinmeyen bu simgenin şeklinin ne kadar önemi var, o da ayrı tartışma konusu. Çünkü gerçek değerinin ortaya çıkması, serserilerin senetleri işleme koymasına bağlı. Bu da mevcut teknoloji içerisinde en fazla 2 saatlik bir süre alır. İşte o gün gaipten bir ses yükselir: Günaydın Türkiye!