Özal döneminde memleketin, otoyollarını büyük inşaatlarını yapan şirketler şimdi küresel ölçekte iş kovalıyorlar.
Geçenlerde Dünya Bankası (DB) başkan yardımcılarından bir dostum, sohbetin ortasında, “Türk müteahhitlik firmalarının başarıları hakikaten göz kamaştırıcı” dedi. Ben “Ya öyle mi?” diye azıcık anlamaz bakınca, “Dünya Bankası ihalelerinde sizin şirketleriniz bir numara” diye ekledi. Bakın ben bunu bir süreden beri hep duyuyorum. Birkaç gün sonra da DB ihaleleri ile ilgili kalabalık bir bilgisayar dosyası gönderdi. Rakamlar etkileyiciydi. 2003’ten 2011’e DB’nin özellikle inşaat ile ilgili ihalelerinin neredeyse tamamını bizimkiler almış. Venezuela’dan Tobago’ya, Afganistan’dan Etiyopya’ya her DB ihalesini bizimkiler kazanmış. Rakamlar 7 Temmuz 2011’e kadar olan durumu gösteriyor. Bu günlerde hep küresel değer zincirlerinin dışında kaldığımızdan bahsediyorum. Bu zincirlerin dışında kalarak, Türkiye’nin 500 milyar dolarlık ihracat hedefini yakalamasının zor olduğunun altını çiziyorum. Öyle görünüyor ki, Türk müteahhitlik sektörü son yıllarda kendi başına dev bir küresel zincir oluşturmuş. Buradan ne tür dersler çıkabilir, şöyle bir yakından bakmaya başlamakta fayda var galiba. Gelin beraber bir bakalım.
Türk müteahhitleri dünya sıralamasında Çin’in hemen ardında ikinci sırada yer alıyor. ‘Engineering News Record’ dergisine göre 2010’da dünyanın en iyi 225 inşaat şirketi sıralamasında 50 adet Çin, 33 adet Türk ve 22 adet İtalyan şirketi var. Sonra daha az şirket sayısı ile diğer ülkeler geliyor. 2008 yılında Türkiye, Çin ve Amerikan şirketlerinden sonra üçüncü sıradaymış. 2009 ve 2010’da dünya inşaat pazarı kriz nedeniyle daralırken dünyanın en iyi 225 inşaat şirketi sıralamasında bizimkiler ikinciliğe yükselmiş. Tevekkeli değil, geçenlerde Erbil’i gezerken de yolda sağı solu gösterip, “Burayı da Türk müteahhitler yaptı” diyorlardı. O vakit, coğrafi yakınlıktan kaynaklanan bir doğal durum diye düşünmüştüm. Hata etmişim. Ortada tekil bir örnek değil, kocaman bir trend varmış. Bizimkiler küresel ölçekte acayip iyi iş yapıyorlar. Peki, şimdi buna nasıl bakmalı? Müsaadenizle birkaç sonuç çıkarayım. Birincisi, Türkiye 1980 reformları ile dışarıya açılmaya başladı. Ancak bizim dışa açılmamız pek fazla Türkiye odaklıydı. Bu tespiti ilk kez galiba Kabil’de bir İngiliz diplomattan duymuştum. Manası şöyle: Türkiye, 1980’de dışa açılmasını ülkenin yabancı para ihtiyacını karşılamak için gerçekleştirdi. Cari açık büyüktü. İçeriye para gelmiyordu, gerçi bugün daha o duruma gelmedik. Biz o dönemde bir büyüğümüzün de veciz bir biçimde ifade ettiği gibi “yetmiş sent’e muhtaç” kalmıştık. Cari açığı azaltacağımıza, döviz kazandırıcı faaliyetlere Özal döneminde destek vermeye başladık. “Malını-götür-parayı-kap-yurda-dön” o zamanın temel şiarıydı. Bu dış iktisadi ilişkiler şiarını hâlâ devam ettiriyoruz. Politikamız pek fazla Türkiye odaklı dediğim bu işte. Küresel bir iş yapma anlayışını içermiyor yani. Müteahhitlik ile birlikte burada bir değişiklik olmaya başladı.
İkincisi, Özal döneminde memleketin otoyollarını, büyük inşaatlarını yapan şirketler şimdi küresel ölçekte iş kovalayan, DB ve NATO ihalelerinde kimseye imkân tanımayan devler olmaya başladı. Başka ülkelerde dev makine parkları kurmaya başladı. Oralara yerleşti. İşlerinin organizasyon biçimini değiştirdi. Burada insanın aklına takılması gereken nokta herhalde şöyle olmalı: Peki, nasıl oldu da oldu? Bakarsanız 2003’ten sonra DB’nin Türkiye dışı ihalelerinde bizimkilerin ağırlıkları artmaya başlamış. Hani, “Bizimkileri iş yokluğundan memleketin dışına iten bir mekanizma var” desem, aynı dönem TOKİ projelerinin hızla arttığı bir dönem. Demek ki iş yokluğu değil. İnsan verilere baktıkça, “Peki, bu dünyayı imar eden Türkiye’nin en büyük inşaat şirketleri neden TOKİ’ye iş yapmıyor?” diye merak ediyor. 1970’lerden başlayarak, Türkiye ekonomisinin gelişiminde önemi büyük olan projeleri üstlenen, şimdi de dünyanın dört tarafında öne çıkan şirketlerimiz, TOKİ ihalelerinde yer almıyorlar. Nedir bu ‘kendi memleketinde parya’ hali? Herhalde vardır bir nedeni. Bir ara ona da bakarım. Belki ihale tutarı küçük geliyordur. Belki de “AB’nin açılabilecek fasıllarından biri de kamu ihale ve rekabet fasılları ama şimdi sizinkiler onu istemez” dedikleri tam da budur. Neme lazım.