Kendi suçlularımızı kendimiz buluyoruz her gün.
Her alanda suç işlendiğine inandırıldık.
Korkudan adım atamıyoruz..
Sabah olmasın diye yatanlarımız çoğaldı.
Sanki her an işlemediğimiz cinayetleri itiraf edecekmiş gibiyiz hepimiz.
Suçlanmalara omuz silkip geçer olduk.
Suçlananların bir bölümünün suç konusundan haberi yok.
Zaten haberi olsa “haberi vardı” diye suçluyoruz.
Haberi yoksa “haberi olsaydı” diye.
Amaç suçlu bulmak, suç olup olmaması önemli değil.
Günlük yaşamda dedikodu hukukun yerini aldı.
Dedikoduyla karar vermediği için hakimleri suçlar olduk.
Elimizden gelse onların yerine de biz karar vereceğiz.
Artık yönetimin denetlenmesi yetmiyor.
Denetimin de denetlenmesini istiyoruz.
Bütün apartman yöneticileri suçlu.
Ta ki apartman yöneticiliği sırası bize gelene kadar.
Herkes vergi kaçakçısı.
Ta ki fiş istemezsek indirim yapan satıcının önerisini kabul edene kadar.
Bütün işyerleri hortumcu.
Ta ki maaşımızı aldığımız yerler de hortumculukla suçlanana kadar.
Bunlar gerçek olamaz.
Bunlar karabasan.
Dünyanın hiç bir yerinde suç bu kadar yaygın, suçlu bu kadar fazla olamaz.
Eğer suç bu kadar yaygınsa o zaman suç tanımı hatalı demektir.
Olsa olsa yanlış kuralların ve uygulamaların kurbanıyız.
Buna karşın işlemediğimiz cinayetleri itiraf ettirecekler günün birinde bize.
Sonra yargılayacaklar.
Sıra bize geldiğinde anlayacağız başkalarının haksız yere suçlanmış olabileceğini.
“Bir aşk cinayetleri vardır, bir de mantık cinayetleri” diyor Camus.
Oysa bir de dedikoduya dayalı hukuk cinayetleri var.
Üstelik en yaygın olanları onlar.
Her gün defalarca ve hep birlikte işliyoruz o cinayetleri.
Günün birinde itiraf edeceğimiz cinayetler işte onlar.
(Not: Bu yazı 3 Temmuz 2003’de yayımlanmış aynı adlı yazımın biraz değiştirilmiş halidir.)