Türkiye’de iktidar cari açıkta kaynak olarak gösterilecek yapıyı masaya yatıracağını söylüyor. Ne kadar gerçekten bir eylem yapılacak bilemiyorum. Onu zaman içerisinde göreceğiz ama açıkçası zaten çok geç kalmış bir işten söz ediyoruz.
Bununla birlikte meselenin tam anlaşılabildiği kanaatinde değilim. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, açığı düşerecek yatırımları destekleyeceklerini belirtti. Ar-Ge, inovasyon, beşeri sermaye yönetimi gibi başlıkların hepsine katılıyorum.
Bence doğru bir yaklaşım, lâkin bir sorunun yanıtı eksik: Neye göre? Çünkü tek kriter yatırım yapılması. Peki her yatırım doğru mudur? Her gelen para kabul görmeli midir? Paranın geliş şekli, yeri, sonuçları, ülke hedefine uygunluğu gibi başlıkları yok mu sayacağız?
Ona bakarsanız perakende zincirlerinin hepsi ülkemizde ve bugün istisnalar olmakla birlikte çoğunluğu mahalle arasında esnafı, üretim noktasında çiftçiyi, rafa koyma noktasında da sanayici ve toptancıları mağdur etti. Demek ki her yatırım doğru olmayabilir.
Şimşek’in bir vurgusu daha var ki, ekonomi yönetimindeki şaşılık burada kendisini çok net gösteriyor. ‘Yatırım maliyetlerini azaltacağız, herkes yatırım yapsın.’ İlk başta çok sempatik ve sihirli bir vurgu olduğunu düşünüyorsunuz.
Ama biraz derinlemesine baktığınızda durum öyle değil. Bunun bir kaç nedeni var. Birincisi prosedür azaltmak maliyeti düşürür mü? Şayet denetimi ve yatırımda doğruluğu aşındırıyorsanız ilk başka evet, ama sonrasında haksız rekabet ortamı nedeniyle hayır.
İkincisi girdi maliyetlerinden bahsediyorsanız buradaki kolaylık ne? TL bazında bazı maliyetleri düşürmek, dolar farkını göz ardı etmek anlamına gelmemeli. Çünkü biliyoruz ki reel sektörün önemli bir girdisi dolar ile yapılıyor. TL maliyetler ise sahte enflasyon rakamları nedeniyle fiyatlara yansıtılamıyor.
Üçüncüsü iç tedarikle ithalatı azaltarak bir yöntem amaçlıyorsanız, kesinlikle desteklerim ama bu da bir planlama gerektirir. Yani 10 birim ile yedek parça tedariki sağlamak mümkün iken, 15 birim yatırım yaptırırsanız, süreç içinde haksız rekabete, düşen kaliteye ve en güçlünün diğerlerini bertaraf ederek tekelleşmesine neden olursunuz.
Gelelim dördüncü ve en önemli itirazıma… ‘Herkes yatırım yapsın’ diye bir yaklaşım olmaz. Bir konuda ne kadar yatırıma ihtiyacınız olduğu önemlidir. Yeter mi? Hayır… Bu yatırımlarla ortaya konulan üretimlerin ne kadar satılabilir olduğu da ekonomi yönetimi adına kritiktir.
Bir dönem bu ülkede otomotiv yedek parça sektörü modası olarak plazalar peydah olmuştu. Türkiye’de öyle bir plaza inşa edildi ki, Avrupa’nın toplamından ve bizim ihtiyacımızdan çok fazla. Hepsi boş olarak çürüdü. Bu da bir çok firmanın batmasına neden oldu. Şu an adım adım gelen tehlike de benzer. Rezidanslar en açık örnek.
Diyelim ki her şey iktisadi temeller üzerine inşa edildi ve yatırımlar yapıldı. Burada imal edilecek mamullerin satılacağı pazarın potansiyeli de belirleyici. Hep verdiğim bir örnektir.
Dünyanın en lüks beş yıldızlı otelini yapabilirsiniz. Bu bir yatırım mı; evet. Fakat içinde müşteri yoksa çok pahalı ve batmaya aday bir yatırımdır. Yani demem o ki, üretim maliyetlerini düşürelim, iç tedariki özendirelim, ama pazarlama ve akabinde satış potansiyelini de göz ardı etmeyelim.
Herkesin yatırım yapması, mevcut yatırımlarını kapasitesini dolduramazken büyütmesi, ilk yıl ekonomiye hareketlilik sağlar; onu takip eden yıllarda iflas masaları kurulur. Sadece İSO Başkanı Erdal Bahçıvan’ın söylediği sanayinin kârının yüzde 50-60’ının faize gitmesi bile bir alarm. Bu yanlışı sadece bankacılara bağlayamayız.
Sözün özü şu ki; yatırım maliyetini hesaplarken, sadece giderler üzerinden hareket edemeyiz. Gelirleri de hesaplamalı, daralan pazarlarda yatırım izni vermemeli, planlı bir ekonomi modeli uygulamalıyız.
Unutmayın; ne diyor İngiliz Şair William Blake? “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir.” Yani isteseniz de istemeseniz de o planlamayı yapacaksınız. Elbette derdiniz gerçekten üretim ekonomisi ise… Söylemle ekonomi yönetilmez. Bir atasözümüz de bunu anlatıyor. Ne diyor? “Yanlış hesap, Bağdat’tan döner.”